Kıyametin Kopmasi İle ilgili bilgiler
Kıyamet Nezaman Ve Nerede Kopacak?
Son günlerin büyük merak konusu olan Kıyametin
tarihi bilinebilir mi? Kur'ân-ı Kerîm bize "Kıyamet yakındır" (Kamer, 54/1) diyor.
Kur’an-ı Kerimin nüzulünden bu yana 1400 sene geçtiğine göre, kıyamete daha bir
yaklaşmışızdır demektir. İnsanlığın ve hayatın ve dünyanın tarihi konusunda
muazzam yanılgılar var. Bilimi ateizme ve materyalizme alet edilen çevrelerce
Dünyanın ve insanlığın tarihine dair yaklaşımlar ve tahmini söylenen şeyler,
kati buluşlarmış gibi servis edilmektedir. Bu yanılgılara neşter atmamız
gerekecek öncelikle.
Kainat Kitabının bir açıklaması olan Kur’an ve
Kur’an’ın sözcüsü olan Peygamberimiz (asv) bu konudaki beyanlarına bakalım
evvela. Hz. Peygamber, “Ben insanlığın ikindi
vaktinde geldim” buyuruyor Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek”
buyurmuş. Günün dörtte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadar ki
vakti 1500 yıl kabul ettiğimizde, insanlığın ömrünün 7500 yılı geçmeyeceğini
söyleyebiliriz.
Diğer bir meşhur hadis rivayetinde ise; “Adem'den kıyamete kadar insanlığın ömrü 7000
senedir.” ifadesi yer alır. Görüldüğü gibi bu üç hadis birbirini teyit
etmekte ve tamamlamaktadır [1].
Geleceği
İnsanlar Bilebilir mi?
Peygamberimizin gelecekten haber vermesi
Allah’ınn Ona bildirmesi ile ilgil bir durum. Geçmiş ve gelecek Allahın ilminde
(Kader) mevcut olduğundan, Allahın bildirmesi ölçüsünde insanlar da geleceğe ve
geçmişe dair şeyleri bilebiliyor. Rüyalarda Misal alemi dediğimiz aynalardaki
misali levhalara nazar edenler geleceğe dair bazı şeylere muttali
olabiliyorlar.
İslâm âlimleri, “Gaybı, Allah’tan başkası bilemez” düsturuna
hürmetsizlik olmasın diye gaybdan haber vermeyi uygun görmemişlerdir. Haber
verenler de, yalnız işâret sûretinde perdeli ve kapalı olarak ihbar
etmişlerdir.
İstikbalden haber vermekte kullanılan ilim, cifir
ilmi ve ebced hesabı olarak bilinir. Arapça harflerin her birinin belli bir
rakam değeri vardır. Bu ebced hesabı, İslâmiyet’ten evvel de bilinmekteydi. Bu
hakikati, Bediüzzaman şöyle teyid eder:
“Bir zaman,
Benî-İsrâil âlimlerinden bir kısmı huzur-u peygamberî de sûrelerin başlarındaki
‘elif-lâm-mim’ gibi harfleri işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: ‘Ya
Muhammed! Senin ümmetinin müddeti pek azdır.’ Onlara dedi: ‘Az değil.’ Sâir
sûrelerin başlarındaki kesik harfleri okudu ve ferman etti: ‘Daha var.’ Onlar
sustular."
“..Hazret-i
Ali’nin (r.a) Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar, bir nevî ebced ve
cifir hesabı üzerine telif edilmiştir. Hem, Cafer-i Sadık ve Muhyiddin-i Arabî
(k.s) gibi gaybî sırlar ile uğraşan zatlar ve harf ilminin sırlarına çalışanlar,
bu ebced hesabını gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.”
(Şuâlar, s. 613).
Kıyamet 2129
Yılında mı Kopacak?
Bediüzzaman, âhir zamandan ve kıyametten haber
veren bir hadis-i şerifi, ebced ve cifir ilmiyle tahlil eder ve bir takım
tarihler çıkarır. “Lâ tezâlü tâifetün min
ümmetî zâhirine ale’l-hakkı hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Meâlen: “Ümmetimden
bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak
üzerinde galip olacaktır.”
Bediüzzaman bu hadisin ebced ve cifir analizini
yapar. “Lâ tezâlü tâifetün min
ümmetî.” Ebced ve cifir ilmiyle rakam değeri Rûmi tarihle 1542. (Milâdî 2126) . “Zâhirine ale’l-hak.” Rûmî 1506
(Milâdî 2090) . “Hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Rûmi 1545 (Milâdî 2129) …
Bediüzzaman, 1545 de, yâni Milâdî 2129 yılında kâfirlerin başına
kıyametin kopacağına dair bir îma bulunduğunu, bunların Allah’ın ilminde olup ve
doğrusunun Allah tarafından bilinebileceğini ifâde eder.
Bediüzzaman hazretleri, ayrıca Fatiha-i Şerif’de,
sırat-ı müstakîm üzerinde olanları tarif eden
“Ellezîne en’amte aleyhim” fıkrasının şeddesiz 1506 veya 1507 ettiğini,
“Zâhirine ale’l-hak” fıkrasının rakam değerine aynen denk gelmesinin
hadisin îmasını teyid ve remz derecesine yükselttiğine dikkat çeker.
Bediüzzaman’ın
ifadeleri şöyle:
“... makam-ı
cifrîsi 1545 olup kâfirin başında kıyâmet kopmasına ima eder.Lâ ya’lemu’l-ğaybe
illâllah. Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beş yüz
tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir
surette 1506’dan ta ’42’ye, ta ’45’e kadar üç inkılâb-ı azimin ayrı ayrı
zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu imalar gerçi yalnız birer tevafuk
olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana
kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle
îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir." (Kastamonu
Lahikası, s.26)
Bu açıklamalara göre, Kıyametin tarihinin 2129 yılı olduğunu söylenebilir
mi? Bediüzzaman bunun “bir galip
ihtimal” olduğunu söylüyor. Elbetteki insanlığı ve hayatı kim yaratmış
ve idare ediyorsa, insanlığın ve hayatın sonu da yine Onun kudreti ve dilemesi
ile olacaktır.
Kur’ân-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin kıyametle
ilgili îmalı işâretleri yanında, ilim adamları da bir takım hesaplamalar
yapmaktadırlar. Kozmik bir hâdise olan kıyametin ne zaman tahakkuk edeceği
konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz elbette.. Bunun ilmi Allah (cc)
katındadır. İnsanın en çok merak ettiği konulardan olduğundan bilim adamları bu
hususta bilimsel bazı çalışmalar yapmakta tahminlerde bulunmaktadır..
Amerikan Uzay Araştırmaları Merkezi NASA'nın
verilerine dayanılarak Newsweek dergisinde yayınlanan bir araştırma var. Orada,
dünyamızın, yörüngesine çok yakın bir mesafede geçen bir uzay cismine çarpma
ihtimali 1987'de belirmiştir. Aynı dergideki hesaplamalara göre gezegenimiz böyle bir cisimle 2126 yılında çarpma
ihtimali belirecek [2].
Arızona Unıversıtesinden gökbilimci Henry Melos
Çapı yaklaşık 10 km olan SwHt Tuttle adlı
kuyruklu yıldızının Dünyaya çarpması halinde kıyameti andıran bir tablonun
ortaya çıkacağına dikkat çeker.
Dünyanın geçmişte büyük iklim değişikilikleri
geçirdiği bilinmektedir. Bu iklim değişikliklerinden birisinin, Meksika Yucatan
bölgesine çarpan büyükce bir gök taşının (yeri belirlenmiştir) çarpması sonucu
olduğu tahmin edilmektedir. Bu göktaşının Dünyaya çarpması sonucu ortaya çıkan
toz duman neredeyse tamamına yakın dünya atmosferini kapladı. Güneş alamayan
yeryüzünün büyük kısmında canlılar yok oldu (Nuh tufanı dönemi de olabilir),
iklim değişti. Muhtemelen geçmişin o büyük ve iri canlıları bu dönemde yok
oldu.
Büyükce bir gök taşının dünyaya çarpması üzerine
oluşan manzara ile ilgili canlandırmalar vardır. Bu canlandırmalardan birisi şu
adreste yer almaktadır:
http://www.uzaybilim.net/2012/10/dunyaya-buyuk-bir-asteroidin-carpmas.html
Hemen şunu da belirtelim ki Dünyanın hayat için
korunaklı bir gezegen olduğu, biz misafirler için özenle tasarlandığı , hiç bir
şeyi eksik bırakılmayan bir saray tefriş edildiği her hali ile kendini belli
etmektedir. Bu özel korumalardan birisi de Gök taşlarına karşı çok özel
tedbirlerin alınmış olmasıdır. Örneğin dünyadan çok çok büyük ve dolayısıyla
çekim kuvvetleri çok yüksek olan Jupiter ve Satürn gezegenleri gök taşlarına
karşı Dünyayı koruyan bekçiler olarak yaratılmıştır. Yaklaşan gök taşlarını bir
bir üzerinlerine çeken paratoner gibi görev yaparlar. Eskaza onları aşarak
dünyaya yaklaşan taşları da Ay üzerine çeker. Ayın üzerine bir teleskopla
bakacak olursanız gök taşı kriterlerinin çokluğunu hemen farkedebiliriz..
Güneş sistemi içinde her biri trilyonlarca gök
taşı barındıran iki kuşak (Kupier ve Orion kuşağı) içinde bulunduğunu ve
oralardan sık sık ayrılan gök taşlarının Güneş sistemi içinde seyahata
çıkarıldığını unutmayalım.
Evet “bir anda
bir seyyare veya bir kuyruklu yıldızın emr-i Rabbânî ile küremize,
misafirhanemize çarpması, bu hanemizi harap edebilir: On senede yapılan bir
saray bir dakikada harap olması gibi. (Şualar, s.39)“ . Kıyametin
kopması için en yakın ihtimal asteroid ve kuyruklu yıldız gibi gök cisimlerinin
çarpmalarıdır. Bu çarpmalarının nasıl etkiler oluşturacağı konusunu Bir
Çekirdekti Kainat (Altınburç yayınları) adlı kitabımızda ayrıntıları ile ele
aldık. Yakında zamanda neşredilen “Göklerin
Kapıları” (Nesil Yayınları) kitabımızın son bölümü ise “karadelik ve kıyamet, evrenin sonu”
konularına hasredildi. Ayrıntılı bilgilere ulaşmak isteyenler bu
kitaplara müracaat edebilirler.
Tarih
Hesaplamaları Güvenilir mi?
Ülkemize hala bilim materyalist ve ateist
kanallardan ithal edildiğinden (kendi öz bilimimizi oluşturmadığımızdan) ateist
işgal altındaki ithal bilim bize ilk insandan günümüze kadar geçen süreyi
milyonlarca yıl olarak ele takdim eder. Bitki ve hayvanları içine alan ilk
canlılığın iki milyar yıl önce teşekkül ettiği yazılıdır. Arzın geçmişinin ise,
dört milyar yıl olduğuna dair bilgiler vardır [3].
Ülkemizde bir Milli Eğitim Bakanlığı vardır ama
okullarda okutulan kitap ve kaynakların (müfredatın) gayri milli ve hatta gayri
ilmi olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Bizi yansıtan (şahsiyet inşa eden) ve
ezberci malumat yerine marifet talim eden ders kitabı ve kaynakların
mevcudiyetini söyleyemiyoruz.
Bu yaş tayinleri günümüzde, paleontolojik,
radyoaktif veya karbon on dört metotlarıyla, ya da ışık tayflarından
faydalanarak yapılır. Geçmişle alâkalı bu yaş tayinlerinin gerçek değerleri
değil, nispi değerlerdir. Sonuç olarak tarih hesaplamalarında kullanılan
termodinamik soğuma gibi kaba metotların sıhhat derecesi tartışmalıdır.
Radyoaktif yarılanmaya dayanan hesaplama metodu ise, uzak zamanlar için doğru
sonuçlar vermemektedir. Dolayısıyla, gerek insanın geçmişi, gerekse diğer
canlıların, ya da kâinatın yaşı hakkında ileri sürülen değerler güvenilir
olmaktan uzaktır.
Nitekim son on-on beş yıla gelinceye kadar,
kâinatın yaşı beş milyar yıl kabul ediliyordu. Şimdilerde, bazı araştırmacılar,
uzaydaki galaksilerin yaşını on beş milyar olarak bildirirken, bazıları bunu
otuz milyar yıla kadar çıkarmaktadır [4]. İleride ise nelerle karşılaşacağımız
konusunda şimdiden bir şey söyleyemiyoruz.
İnsanlığın
Tarihi
İlk insan Hz.
Adem (as)'dan bu yana ne kadar zaman geçmiştir? Ve bu hususta ileri sürülen yüz
binler yıllık tarihler, ne derece doğrudur?
Bugünkü kabule göre, dünya beş milyar yıl önce
sıcak ve yoğun bir gaz kümesi idi. Dört milyar yıl önce ise, koyu bir ateş topu
halinde bulunuyordu. Hayat ise, tek hücrelilerin ortaya çıktığı bir milyar yıl
öncesine dayanıyor.
Bu tahmin, çağlar boyunca zamanın hep aynı aktığı
ve sabit kaldığı düşünülerek yapılıyor. Halbuki zamanın değişken bir boyut
olduğu ve onun, atomda, ışınlarda, olayların başında ve sonunda farklı bir seyir
takip ettiğini biliyoruz. Bu durum, bir ırmağın yeryüzü şartlarına göre farklı
hızlarda seyretmesine benzetebiliriz.
Geçen yüzyılın başlarında gelişen izafiyet
teorisi ile zaman, hız, kütle vb. konularda yepyeni anlayışlar ortaya çıktı.
Gelişmeler, teorinin ileri sürdüğü hususların matematiksel ispatları yanında
tecrübî delillerini de ortaya koydu. Cisimler hızlandığında ve ışık hızına
yaklaştığında, mutlak sandığımız değerlerin bir bir değiştiğini gözleriz.
Mesela ışık hızına çok yaklaşan birinin zamandaki
seyri, bize göre on dört defa daha yavaştır. Yani o kişi bir yıl yaşadığında,
biz on dört yaş almış oluruz. Bu hızda seyreden birinin sadece zamanı değil,
boyu da değişikliğe uğrayarak yarıya iner. Ağırlığı ise üç misli artar. Diğer
bir ifadeyle, ağırlığı 70 kg'dan 210 kg'a yükselen o kişinin elindeki metre yarı
yarıya kısalmış, kolundaki saat ise yerdeki bir insana göre on dört defa daha
yavaşlamıştır. O kişinin böyle bir saatle kainatın geçmişini ve insanlığın
tarihini ölçmesi halinde ulaştığı sonuçlar doğru olabilir mi?
Aynı şekilde yerdeki biri de, ışın dünyasını
normal saat ve cetvelle ölçmeye teşebbüs ederse başarı elde edebilir mi? Maddi
alemin çapını, kütle hesabını ve zamanını bu ölçülerle incelersek doğru sonuçlar
ortaya çıkmayacaktır. Aynı hesaplamalar,, ışın-enerji dünyasında yaşayan bir tür
enerji-varlık (örneğin cinler, yada ışınlardan çok daha hızlık melekler)
konusunda yapılsa, ışınların ölçüleriyle maddi dünyayı ölçmeye çalışsa, doğru
sonuçlar elde edemeyecektir.
Radyoaktif elementler, “yarı ömür” denen sırlı
bir olayla, belli bir zaman sonra, esrarını bilemediğimiz bir şekilde enerji
denen mahiyete çevrilir. Mesela bir kg Uranyum, 1620 sene sonra yarım kiloya
iner. Bu süre Uranyumun yarı ömrüdür. Maddenin bir şekli ve boyutu varken onun
hamuru ve aslı olan enerjinin, boyutsuz ve zamansız dünyasının sırlarına henüz
vakıf değiliz. Bildiğimiz bir şey, enerjinin ışık hızında olduğu ve maddeden
tamamen farklı özellikler sergilediğidir.
Zaman, mesela, ilk çağlarda genişleme gösterip
durgun akabildiği gibi, asrımızdaki şekliyle de daha hızlı bir seyir takip etmiş
olabilir. İlk çağlardaki iri hayvan ve bitkilerin, şimdikilere nisbetle on kat
daha fazla yaşadıklarına bakılacak olursa, o çağlarda zamanın on kat daha yavaş
aktığı söylenebilir. Bu durumda yaş hesaplamalarını, şimdiki zaman akışına göre
yaklaşık (1/10) onda bir ölçüsünde küçültmek lazım. Buna göre Güneş Sisteminin
dört milyar değil dört yüz milyon, hayat başlangıcının bir milyar yıl değil yüz
milyon yıl önce ortaya çıktığı ve yüz bin yıl olduğu farz edilen insanlık
tarihinin on bin yıl olduğu sonucu ortaya çıkar.
Sonuç
olarak, radyoaktif elementlerin belli bir zaman sonra yarıya inmesi,
canlıların özellikle yakın geçmişleri ile ilgili ipuçları vermektedir. Ne var
ki, biz, hesaplamaları hep madde konusuyla ele alıyoruz. Bu hesabı enerjinin
ölçülerine göre yaparsak: Yani neredeyse ışık hızı dediğimiz ışık hızının yüzde
doksan dokuz küsuru ile ele alırsak (Elektron gibi birçok atom altı ve kozmik
parçacıklar bu hızda seyrederler. Tabii ki bu hızda parçacık değil ışın
halindedirler), hesaplarımızda düzeltme yapmak zorunda kalır ve kainatın yaşının
on altı-yirmi milyar yıl değil, bunun on dörtte biri olduğu sonucuyla
karşılaşırız. Dünyanın yaşı ise dört milyar yıl yerine üç yüz milyon yıl
bulunur. Yüz bin yıl önce ortaya çıktığına inandığımız insanlık tarihi ise,
aniden yedi bin yıla iniverir.
Bu anlatılanları destekleyen meselenin bir başka
yönü de, ivmeli bir artış gösteren dünyanın şu andaki nüfus miktarıdır. Eğer
insanlık tarihinin on beş bin yıldan bu yana devam ettiği ve bu tarih boyunca
ortalama ömrün hep yetmiş yıl olduğu kabul edilirse, dünya nüfusu yapılan
hesaplamalara göre şimdi trilyon civarına yükselmeliydi. Şu andaki teorik
anlayışa göre yüz binler yıl olduğu ileri sürülen insanlık tarihinin on beş bin
yıldan daha kısa olması gerekiyor. Bu da kafi gelmemekte, atalarımızın ilk
zamanlar 600-1000 yıl gibi daha uzun ömürlü olduklarını kabul etmek durumunda
kalıyoruz.
Yüz sene sonra dünya nüfusunun ne kadar olacağını
tahmin edebileceğimiz gibi, aynı tahmini geriye doğru gittiğimizde, Hz. İsa (as)
döneminde dünya nüfusunun iki yüz elli milyon kadar olduğu hesaplanıyor [5].
Dünya nüfusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda ölenlerin ancak
nüfusun yüzde bir buçuğuna tekabül ediyor.. Bu durumda insanlığın ömrünün yüz
binler yıl olduğu iddiası da geçerliliğini kaybediyor. Sadece nüfus artış hızı
bile insanlığın ömrünün on bin yılı geçemeyeceğini gösteriyor.
1 .Kenzu’l-Ummal, h.no: 16459;
Tezkiretu’l-Mevduat, I/223.; Sahavî, el-Makasıdu’l-hasene (Deylemi’den naklen),
I/693, h.no: 1243; Munavî Feyzu’l-Kadir, III/547; h.no: 4278 (Deylemi’den
naklen). Bir çok alim ve mutasavvıf gibi Bayezid Bistami Hazretleri de
(Miftahu'l-Cifr adlı kitap) dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğu konusuyla ilgili
hadislere yer verir. Hadis alimlerinden ve Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmet
ibni Hanbeli ise (İlel), peygamberimizin “Hz ademden kendisine kadar geçen
zamanın 5600 sene olduğu” sözüne dikkat çeker.
2. Sharon Bcgley, "How will the World end?"
Newsweek, 23 November, 1992.
3. Tatlı, A. Evrim ve Yaratılış, ikinci baskı,
s.44-45, 1998, Kütahya.
4. Tatlı, A. a.g.e. s. 31-41.
5. Miller, C.Tyler. “Living In the Environment”
Kaliforniya A.B.D. 1975
Sorularla İslamiyet
0 yorum:
Yorum Gönder