Faydalı İlim Kazanın

Labels

Blogger tarafından desteklenmektedir.
FAYDALI BİLGİLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FAYDALI BİLGİLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ocak 2013 Çarşamba

Cevap: Hz. Yusuf (a.s.) ve Saat Mucizesi Hakkında Bilgi
Cevap: Hz. Yusuf (a.s.) ve Saat Mucizesi Hakkında Genel bilgi
Cevap: Hz. Yusuf (a.s.) ve Saat Mucizesi ile ilgili bilgi
Cevap: Hz. Yusuf (a.s.) ve Saat Mucizesi İle ilgili genel bilgi




Peygamberler (Aleyhimüsselam) insanlığın manevi önderleri olduğu gibi, maddi terakkinin ilk örneklerinin de önderleridirler. Allah Teala bazı medeniyet harikalarını onların eliyle insanlığa hediye etmiştir. Bundan dolayı; demirciler Hz. Davut’u (as), gemiciler Hz. Nuh’u (as), terziler Hz. İdris’i (as) ve saatçiler de Hz. Yusuf’u (as) ustabaşı kabul ederler.

İslamî kaynaklarda Hz. Yusuf'un (as) saati keşfeden kişi olduğu belirtilmiştir. Zindanda kaldığı süre içerisinde ibadetlerini vaktinde yapabilmek için "zaman ölçen" bir alet yaptığını bildirmişlerdir. Bu da onun bir mucizesidir.

Şüphesiz insanoğlu, yeryüzünde yaşamaya başladığı günden beri zamanı ölçmek için güneşten faydalanıyordu. En ilkelinden en gelişmişine kadar çeşitli güneş saatleri kullanılmaktaydı. Fakat o güne kadar güneş kullanılmadan vakti tayin edebilecek bir alet henüz keşfedilebilmiş değildi. İlk insan Hz. Âdem’den (as) beri tebliğ edilmiş şeriatlarda emredilen namaz, oruç gibi ibadetler, belirli vakitlerde yapılmaktadır. Bu vakitler, güneşin hareketine göre tespit edilmekteydi.

Hz. Yusuf (as) zindan gibi güneşten mahrum bir mekânda, vaktinde ibadet edebilmek için o güne kadar hiç kullanılmamış bir alet geliştirmiştir ki, bu su saatiydi (bazılarına göre bu bir kum saatiydi).

Nitekim arkeologlar, Mısır'da bir Amon tapınağında yaptıkları kazıda, Firavun Amonhotep-III zamanından kalma, zaman ölçen bir su saati bulmuşlardır. Bu Firavun, MÖ 1408-1372 yılları arasında yaşamıştı. Üstelik bu Firavun, meşhur Aton inancını Mısır uygarlığına sokan Amonhotep-IV (İkhnaton)'un babasıydı. Bu dönem ise, Hikoslardan sonra yaşanan dönemdir.

İlk tipleri Mısır'da bulunan su saatleri, dibinde delik olan bir kovanın boşalması ve dolmasıyla zamanı gösterir. Bu saatler, zamanın ölçülmesine yeni bir bakış açısını getirmiştir. Güneş saatleri belirli bir zamanı gösterirken, su saatleri ne kadar zaman geçtiğini de gösteriyordu. Bu yüzden su saatinin keşfi zaman ölçümünün gerçek başlangıcı sayılabilir.

Hz. Yusuf'un (as) keşfettiği saatin bir mucize olarak değerlendirilmesinin sebebi şudur: Hz. Yusuf (as), zindanda olduğu zaman sürecinde -güneşten yararlanma imkânı olmadığından- özellikle belli ibadetleri yerine getirmek için, bir zaman takvimine son derece muhtaç idi. İşte, böyle bir ihtiyacı karşılamak ve gelecek nesillere bunu bir hediye olarak bırakmak hikmetiyle Rabbimiz tarafından ona ihsan edilmiştir. Gerek Hz. Yusuf'ta (as) böyle bir fikrin, umulmadık bir tarzda meydana gelmesi, gerekse bunun nasıl gerçekleşeceği hakkında bilgilendirilmiş olması ve gerekse yapılan bu sanatın asırlarca insanoğlunun ihtiyacını karşılayacak bir boyutta olması, işin olağan üstü bir harikalığın ifadesidir. Böyle harikalar, velilerce ortaya konduğunda keramet, peygamberler tarafından ortaya konduğunda ise, mucize adını alır.

Nitekim yine umulmadık bir zamanda yapılan ve bir müddet sonra tufan hadisesinin meydana gelmesiyle bunun ne anlama geldiği, tarih tarafından tescillenen Hz. Nuh'un (as) gemisi Kur'an'da bir "ayet" bir mucize olarak değerlendirilmiştir. Bu yüzdendir ki, bu iki buluş da mucize olarak değerlendirilmiştir. ( bk. Sözler, Yirmi İkinci Söz, s. 254).

Selam ve dua ile...
Kaynaklar Sorularla İslamiyet

2. kaynak
http://www.bilgilideri.net/misafir-sorulari/13229-hz-yusuf-s-ve-saat-mucizesi-hakkinda.html#post18177

8 Ocak 2013 Salı

2013 Yılı Bilmeniz Gereken Dini Günler Listesi

2013 Yılı Bilmeniz Gereken Dini Günler Listesi
2013 Yılı Bilinmesi Gereken Günlerin listesi
2013 Yılı Dini Günler Listesi
Müslümanların bilmesi Gereken bu listeyi paylaşıyoruz
İnşallah faydalı olur Selam ve Dua ile kalın
2013 YILI DİNİ GÜNLER LİSTESİ
HİCRİ TARİHLER
MİLADİ TARİHLER
GÜN
AY
YIL
GÜN
AY-YIL
HAF.GÜN
DİNİ GÜNLER
1
R.EVVEL
1434
13
OCAK-2013
PAZAR
........
11 / 12
R.EVVEL
1434
23/24
OCAK-2013
ÇARŞAMBA/PERŞEMBE
MEVLİD KANDİLİ
1
R.AHIR
1434
11
ŞUBAT-2013
PAZARTESİ
1
C.EVVEL
1434
13
MART-2013
ÇARŞAMBA
1
C.AHIR
1434
11
NİSAN-2013
PERŞEMBE
1
RECEB
1434
11
MAYIS-2013
CUMARTESİ
ÜÇ AYLAR'ın BAŞLANGICI
6 / 7
RECEB
1434
16/17
MAYIS-2013
PERŞEMBE/CUMA
REGAİB KANDİLİ
26/27
RECEB
1434
05/06
HAZİRAN-2013
ÇARŞAMBA/PERŞEMBE
MİRAC KANDİLİ
1
SABAN
1434
10
HAZİRAN-2013
PAZARTESİ
...........
14/15
SABAN
1434
23/24
HAZİRAN-2013
PAZAR/PAZARTESİ
BERAT KANDİLİ
1
RAMAZAN
1434
09
TEMMUZ-2013
SALI
RAMAZAN'IN BAŞLANGICI
26/27
RAMAZAN
1434
03/04
AĞUSTOS-2013
CUMARTESİ/PAZAR
KADİR GECESİ
30
RAMAZAN
1434
07
AĞUSTOS-2013
ÇARŞAMBA
AREFE
1
ŞEVVAL
1434
08
AĞUSTOS-2013
PERŞEMBE
RAMAZAN BAYRAMI (1.Gun)
2
ŞEVVAL
1434
09
AĞUSTOS-2013
CUMA
RAMAZAN BAYRAMI (2.Gun)
3
ŞEVVAL
1434
10
AĞUSTOS-2013
CUMARTESİ
RAMAZAN BAYRAMI (3.Gun)
1
ZİLKADE
1434
07
EYLÜL-2013
CUMARTESİ
1
ZİLHİCCE
1434
06
EKİM-2013
PAZAR
9
ZİLHİCCE
1434
14
EKİM-2013
PAZARTESİ
AREFE
10
ZİLHİCCE
1434
15
EKİM-2013
SALI
KURBAN BAYRAMI (1.Gun)
11
ZİLHİCCE
1434
16
EKİM-2013
ÇARŞAMBA
KURBAN BAYRAMI (2.Gun)
12
ZİLHİCCE
1434
17
EKİM-2013
PERŞEMBE
KURBAN BAYRAMI (3.Gun)
13
ZİLHİCCE
1434
18
EKİM-2013
CUMA
KURBAN BAYRAMI (4.Gun)
1
MUHARREM
1435
04
KASIM-2013
PAZARTESİ
HİCRİ YILBAŞI
10
MUHARREM
1435
13
KASIM-2013
ÇARŞAMBA
AŞURE GÜNÜ
1
SAFER
1435
04
ARALIK-2013
ÇARŞAMBA
........

Kaynak Diyanet

Teaddüd-i kudema nedir?

Teaddüd-i kudema nedir?
Teaddüd-i kudema Hakkında Bilgi
Teaddüd-i kudema Hakkında Genel Bilgi
Teaddüd-i kudema İle ilgili Bilgi
Teaddüd-i kudema İle ilgili Genel Bilgi


Teaddüd-i kudema; kadimlerin birden çok olması; yani ezeli olanların birden fazla olması, yani; birden çok ilahların varlığı anlamına gelir. Bu mesele nazari bir meseledir ve Ehl-i sünnet ve Mu'tezile arasındaki bir problemdir.
Mu'tezileye göre Allah'ın zatına çeşitli sıfatlar isnad edilirse bir çok kadim varlığın mevcudiyeti kabul edilmiş olur. Bu düşünceyle her şeyi zatına irca etmekte ve sıfatların mahluk olduğunu iddia etmektedir. Buna karşı Ehl-i Hakk'ın görüşü Allah'ın sıfatları vardır ve Allah'ın sıfatları zatının ne aynıdır ne de gayrıdır. Allah'ın sıfatları Zat'ı ilahi ile kaimdir ve bizim için bunun keyfiyeti de meçhuldür. Ehl-i Hakk'ın Allah'ın sıfatları Zat'ı ilahi ile kaimdir görüşü teaddüd-i kudema problemini de ortadan kaldırmış olmaktadır. (Geniş bilgi için bkz. DİA Sıfat Mad. ve Bekir Topaloğlu, Maturidiyye Akaidi, MÜİF Vakfı Yayınları)
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet

7 Ocak 2013 Pazartesi

Depremler ve Kıyamet Hakkında Bilgi

Depremler ve Kıyamet Hakkında Bilgi
Depremler ve Kıyamet Hakkında Genel Bilgi
Depremler ve Kıyamet Hakkında Yazı
Depremler ve Kıyamet İle ilgili Bilgi
Depremler ve Kıyamet İle ilgili Genel bilgi
Depremler ve Kıyamet Nedir?





Yüce Kuran’da kıyametin yakın olduğu haberi verilir ve kıyamet esnasında vuku bulacak olaylara dikkat çekilir. Şimdi gelişen bilimler, Kuran’ın haberlerini daha ayrıntılı yorumlama imkanı veriyor. Özellikle Karadeliklerin yol açacağı kıyamet ihtimalleri dikkat çekiyor.

Depremler ve Kıyamet


Depremler, Güneş ve Ayın çekim etkisiyle birleştirilmeye çalışılır. Bu konuda bilimsel araştırmalar da vardır; ama henüz bir kaideye bağlandığı söylenemez. Ay ve Güneş tutulmasıyla denizde 7-8 metreye kadar yükselme olabiliyor. Karalarda vuku bulan yükselme ise 35-40 cm kadardır. Bunun depremi tetikleyici bir unsur olduğu düşünülüyor. Karadelik çekim etkisi çok daha şiddetli bir depreme yol açabilir. Örneğin 12 veya 15 şiddetinde meydana gelebilecek depremleri düşünün.


Bugüne kadar dünyada tespit edilmiş en büyük deprem 9.2 şiddetindedir. Ve bu şiddette bir depremin gerçekleştiği bölgede, çok kısa bir süre içerisinde büyük bir felaket ortaya çıkar. 12 ya da 15 şiddetindeki depremlerle ise neler yaşanacağını anlatmak kolay olmayacaktır.


Kur’an, kıyamet günü yaşanacak olaylara dikkat çeker. Dünyada o güne kadar eşi benzeri asla gerçekleşmemiş şiddetteki sarsıntılar, dehşetli olaylar silsilesi halinde anlatılır. Birer kazık gibi yerleşerek yeryüzünü şiddetli depremlere karşı koruyan dağların elbette bu sarsıntıya karşı dayanamayacağı; yerlerinden oynayarak altındaki toprakla birlikte kaymaya başlayacağı açıktır. Kur’an’da o gün dağların hareketlenişini ayetler şöyle anlatır:


“Ve dağlar (yerlerinden oynatan) bir yürüyüşle yürür.” [1]

“Dağlar yürütülmüş, artık bir serap oluvermiştir.”[2]

“Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları bir arada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarıda bırakmamışızdır.”[3]


Kur’an’da dağların kıyamet gününde alacağı şekil şöyle anlatılır:


“(Öyle) Bir gün ki, yeryüzü ve dağlar titremeye tutulur ve dağlar, göçüveren bir kum yığını olur.”[4]

“Dağlar parçalanıp da toz duman haline geldiği zaman.” [5]


Yine Kur’an’ın haberine göre, dağların parçalanarak çökmesinden sonra yeryüzü hiçbir tümseği olmayan bir düzlüğe dönüşecektir:


“Sana dağlar hakkında soruyorlar. De ki: ‘Benim Rabbim, onları darmadağın edip savuracak. Yerlerini bomboş, çırılçıplak bırakacaktır. Orada ne bir eğrilik göreceksin, ne de bir tümsek.” [6]


Yeryüzünün büyük bir bölümü dağlarla kaplıdır ve bunların yerlerinden sökülüp devam eden şiddetli ve sert çarpışmaları, kaya ve sert kütleleri un ufak toz haline getirebilir. Yerin altının üstüne gelmesi ile organik kısmı tamamen yanan ve kül olan yeryüzünde, sarsıla sarsıla ince elenmiş hale gelen toprak yeryüzüne yayılır.


Denizler Birleşecek


Bir ateş küre üzerine oturduğumuzu hatırlayalım. Atmosferi meydana getiren gazlar yer çekimiyle arza tutunmaktadır. Suları kaynatacak, dünyaya tutunmuş olan atmosfer gazlarını çekip götürecek etkilerden birisi de karadelik çekim kuvveti olabilir. Kıyamet sürecinde denizlerin birleşeceği ve buharlaşacağı da haber verilmektedir. Ayetlerde “O, sizi çalkalamasın diye yeryüzüne büyük dağlar koydu,” [7] Yer, bütünüyle sallanıp paramparça edildiği zaman,” [8] “Denizler birleştiği (birbiri içine girdiği, kaynaştığı) zaman”[9] buyrulur.


Yeryüzü tabakasını bir arada tutmak için direk ve çivi görevi gören dağların giderek artan sayı ve şiddetli depremlerle, zelzelelerle yerinden oynaması, hareket etmesi, çökmesi, parçalanması sonucunda dağlar bu koruyuculuk görevini yapamayınca dörtte üçü sularla kaplı dünya yüzeyindeki sular yer değiştirecek, denizler birbirine karışacaktır.


Hz. Peygamber (a.s.m.), “Denizin altında ateş, ateşin altında ise deniz vardır”[10] buyurmuştur. Hadiste, “ateş” ifadesiyle yerin altındaki sıcak tabakaya, “(ikinci) deniz” ifadesiyle de kıpkırmızı ateş sıvısı halinde akmakta olan magma tabakasında işaret edilmiş olabilir. Öteden beri sıvı (mayi) maddeler su ile temsil edilmiştir.


Böylece “Yer, şiddetli sarsıntı ile sallandığı, içindekileri dışarı attığı zaman”[11] ayetinin de işaret ettiği üzere, kıyamet sürecinde değişen kuvvet dengelerinin sonucunda olabilecekleri şu şekilde açıklayabiliriz:


Yerin her tarafının çatlama, çökme ve kırılmasının sonucunda denizleri aşmaktan koruyan dağlar yer değiştirecek ve dağılması sonucu tüm denizler birleşecektir. Yer altındaki sıcak magma tabakasının denizlerle birleşmesi sonucu denizler kaynamaya, fışkırmaya başlayacaktır. Denizlerin Yanması Karadeliğin çekim etkisi dağları uçurabilir ve dağların uçmasıyla yerin altındaki ateş ve lavlar ortaya çıkabilir. Büyük depremler meydana gelebilir. Kıyamet esnasında Kur’an’ın bildirdiği gibi yer, ağırlıklarını dışa atacak.


Belgesel programlarında yerin altındaki yaklaşık 4.500 derece sıcaklığındaki lavların denizin içindeki çıkışını seyretmiş olanlar, bu kızgın maddenin deniz suyunda oluşturduğu dehşetli manzaralara şahit olmuşlardır. Oysa kıyamet günü gerçekleşecek olan görüntünün, bu manzaradan çok daha farklı, tüm yeryüzünü içine alan dehşet verici bir manzara olacağını Kur’an’ın mesajından anlayabiliriz.


Yer altıyla deniz altında bulunan petrol ve doğalgazların da açığa çıkması ve magma ateşiyle birleşmesi sonucu her tarafta kendini gösteren alev alev yangınlar içinde ısınan su, fokur fokur kaynamaya vesile olabilir. Hawaii kıyalarında sığ deniz tabanında açığa çıkan lavların suyu nasıl ısıtıp kaynattığını belgesellerden izlemekteyiz. Ayetlerde haber verildiği gibi, “yerin altının üstüne çıkması,” kıyamet sürecinin belli bir zaman diliminde, deniz tabanlarındaki çok büyük alanlardan açığa çıkacak olan o müthiş sıcaklıktaki lavların, göllerin, denizlerin, okyanusların kaynamasını ve buharlaşmasını sağlayabilir:


“Denizler kaynayıp buharlaştığı zaman.” [12] Kıyametin gerçekte nasıl vuku bulacağı, elbette o fiillerin sahibi ve bu alemi dizgini elinde olan Rabbimizin ilmindedir. Biz sadece mevcut bilgilerimiz ışığında bazı yaklaşım ve tahminlerde bulunmaktayız.


Güneşin Batıdan Doğması ve Kıyamet


Başka bir gezegen veya bir kuyrukluyıldız, dünyaya çarparak kendi ekseni etrafındaki dönme yönünü değiştirebilir mi? Batıdan doğuya doğru olan Dünya’nın dönme yönü, bu defa doğudan batıya yön değiştirebilir mi?


Böyle bir çarpışma olayı, Dünya’da büyük bir yıkıma yol açabileceği gibi ayrıca dünyanın dönme yönünü de değiştirebilir. Nitekim geçtiğimiz yıllarda Jüpiter gezegenine böyle bir kuyrukluyıldızın çarpmasıyla gezegenin dönme hızında azalma meydana geldiği tespit edildi.


Venüs gezegeni ise diğerlerinin aksine, ters yönde dönmektedir. Venüs’te Güneş, batıdan doğmaktadır. Venüs’ün atmosferindeki yoğun kaya ve tozdan oluşan tabakanın muhtemel bir çarpışma sonucu oluştuğu tahmin edilmekte ve aynı sebepten tersine dönmeye başladığı ileri sürülmektedir. Venüs gezegeninin 1 günü, 1 yılından daha fazladır. Yani Venüs, Güneş çevresinde, kendi çevresinde dönüşüne göre daha hızlı döner. Venüs her açıdan sırrını koruyan bir gezegen olmaya devam ediyor.


Risale-i Nur eserlerinin müellifi Bediüzzaman Said Nursî, kıyamet esnasında Dünya’nın ters dönmeye başlamasını ve dolayısıyla Güneş’in batıdan doğuşunu böyle bir ihtimale bağlar: “Küre-i Arz kafasının aklı hükmünde olan Kur’an, onun başından çıkmasıyla zemin divane olup izn-i İlahî ile başını başka seyyareye çarpmasıyla hareketinden geri dönüp garbdan şarka olan seyahatini, irade-i Rabbanî ile şarktan garba

tebdil etmekle Güneş garbdan tulûa başlar. Evet, arzı şems ile, ferşi arş ile kuvvetli bağlayan hablullah-il metin olan Kur’an’ın kuvve-i cazibesi kopsa; küre-i arzın ipi çözülür, başıboş serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden Güneş garbdan çıkar. Hem müsademe neticesinde emr-i İlahî ile kıyamet kopar diye bir te’vili vardır.”


“Kıyametin gerçekleşme şekli ne şekilde ve nasıl olursa olsun; Kur’an’ın sürekli vurgu yaptığı gibi; ‘Eğer Dünya’nın ecel-i fıtrîsinden evvel, ezelî iradenin izni ile haricî bir maraz veya muharrib bir hadise başına gelmezse ve onun Sâni’-i Hakîm’i dahi fıtrî ecelden evvel onu bozmazsa, herhalde hatta fennî bir hesap ile bir gün gelecek ki: ‘Güneş dürülüp toplandığında, yıldızlar döküldüğünde, dağlar yürütüldüğünde’13 manaları ve sırları, Kadîr-i Ezelî’nin izni ile tezahür edip o Dünya olan büyük insan sekerata (ölüm dakikaları) başlayıp acib bir hırıltı ile ve müthiş bir ses ile fezâyı çınlatıp dolduracak, bağırıp ölecek; sonra emr-i İlahî ile dirilecektir.”[14].


1Tur Suresi, 10.

2 Nebe Suresi, 20.

3 Kehf Suresi, 47.

4 Müzzemmil Suresi, 14.

5 Vâkıa Suresi, 3-4.

6 Ta Ha Suresi, 105-107.

7 Nahl Suresi, 15.

8 Fecr Suresi, 21.

9 İnfitar Suresi, 3.

10 Ebu Davud, c. 11, s. 3883.

11 Zilzal Suresi, 1-2.

12. Tekvir Suresi, 6.

13 Tekvir Suresi, 1-3.

14 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Söz Basım Yayın, İstanbul 2008, s. 717.

Kur’ân Bize Yeter Deyip İbadeti Terkedenler

Kur’ân Bize Yeter Deyip İbadeti Terkedenler

Kur’ân Bize Yeter Deyip İbadeti Terkedenler  Hakkında Bilgi





Sözünü edeceğimiz kişiler Kur’ân’a iman eden ancak tuttukları yol ile İslâm’ın yaşanmasına, hayata mal olmasına bilmeden de olsa zarar veren bir kesim.
Her menfi hareketin arkasında bir ecnebi parmağı aramak herkesin hemen aklına gelen öncelikli şık. Ama, sözünü edeceğimiz kimseler ecnebilere alet olmaktan çok, onları bilmeyerek sevindiren cinsten.
Şöyle ki, ülkemizde Kur’ân hakikatlerine gönülden bağlı, İslâm ahlâkını benimsemiş, ibadetlerini aksatmadan yerine getiren büyük bir gençlik kesimi var. Bunların sayılarının her geçen gün biraz daha artması, bütün düşmanlarımızı derinden düşündürüyor. Bu yıkıcı güçler, gençliğin İslâm’la tanışmasına engel olmak için özellikle içkiyi, uyuşturucuyu, sefahati, her türlü ahlâk dışı yayınları sürekli teşvik ediyorlar.
Hedefleri, akıl ve kalplerini şehvet odaklı işleten hayvanî bir gençlik ortaya çıkarmak. Bu vadide hayli yol aldıklarını da teslim etmek durumundayız. Ancak, yıkımın kolay, yapmanın zor olduğu dikkate alındığında onları her geçen gün biraz daha ümitsiz eden bir tablonun büyüdüğü ve yükseldiği de bir gerçek.
İşte yıllar önce, bu düşmanları sevindirecek ve onlara sönük de olsa ümit ışığı olabilecek bir tuhaf akım çıkmıştı ortaya. Bunlar bugünlerde yeniden boy gösterme hevesine kapıldıkları için konu üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
Bu kişiler diyorlar ki, Kur’ânda her şey vardır, başka bir kaynak aramaya gerek yoktur. Bunlar, İslâm’ın temeli olan kelime-i şahadetin her iki kanadına da iman ettiklerini ifade etmekle birlikte, ikinci kanadı, amel konusunda hiç nazara almama gibi tuhaf bir yola girmiş bulunuyorlar. Bunun için de, hadis-i şerifleri İslâm’ın ikinci kaynağı olarak kabul etmiyor, her şeyin zaten Kur’ânda bulunduğunu, bunlara gerek olmadığını söylüyorlar. Kendilerine diyorsunuz ki, “Kur’ânda namaz emredilmekle birlikte nasıl kılınacağı tafsilatıyla anlatılmamış; hadis-i şerifler ve Allah Resulünün (asm.) uygulamaları olmaksızın nasıl namaz kılacağız?”
Bu sorunuza, Kur’ânda anlatılandan ne anlıyorsak namazı öylece kılacağız diye cevap veriyorlar. Sorularınızı artırıyorsunuz, “Kur’ânda beş vakit namaz açık olarak geçmiyor, sadece sabah ve akşam namazından bahsediliyor, bir da orta namazdan. Bu ise ikindi namazı olarak anlaşılabiliyor.” dediğinizde, size hemen hak veriyor ve “Zaten namaz iki vakittir üçüncüsü bizim tercihimize bırakılmış.” diyorlar. “O halde,” diyorsunuz, “iki vakit de olsa bu iki namazı kaç rekât kılacağız, namazda neler okuyacağız. Zira bunlar da Kur’ânda açıklanmamış.”
Bu sorunuza şu garip cevabı alıyorsunuz: Rekat diye bir şey yok, Kur’ânda sadece namaz emredilmiş, rükûdan, secdeden bahsedilmiş, kıble tayin edilmiş. Kişi gerisini kendisi belirleyecek, dilediği namazı yine dilediği kadar rekât kılabilir; bir rekât da kılar, on rekât da.
Bu kesimin bütün yanılmalarını burada aktarmaya gerek yok. “Namaz dinin direğidir.” (Tirmizi, İman 8) hadis-i şerifinden hareketle açıklamalarımızı sadece namaz örneği üzerinde yapmakla yetineceğiz. Diğer ibadetlerdeki fikir sapmaları da bundan farksız.
Önce, etrafımıza şöyle bir bakalım, bunların dediği şekilde namaz kılan kimse var mı? Yok. Kendilerinin de böyle bir namaz kıldıklarını hiç sanmıyoruz. Kılsalar, haklı bildikleri bu dava ile ortaya çıkar, namazı o şekilde kılan bir ekol teşkil eder ve sayılarının artması için de gayret gösterirlerdi. O halde, bu fikrin neticesi, güya Kur’âna uygun namaz kılma perdesi altında, namaz kılmayan bir nesil yetiştirmek.
Kur’ânın ilk muhatapları ve Resulullahın (asm.) ilk arkadaşları ve talebeleri olan sahabelerin böyle bir namaz kıldıklarını bunlar da iddia edemiyorlar. Sahabeler Allah Resulünün (asm.) her hareketini, özellikle de ibadete dair uygulamalarını büyük bir titizlikle aynen tatbik ve taklit etmişler. Onları takip eden tabiin döneminde ve daha sonraki asırların Müslümanlarında da böyle bir ferdî ve keyfî uygulama görülmüyor. Bu hal, tâ bu asra kadar böylece devam ediyor.
Hak mezhepler yanında, dalâlet fırkası dediğimiz İslâm’ın istikamet çizgisinden sapma gösteren kesimlerde de böyle indî bir ibadet şekli göremiyoruz. Bu asra kadar böyle bir uygulama görülmediğine göre, bu kesimin iddiaları esas alındığında bugüne kadar Kur’âna uygun ibadet hiç yapılmamış oluyor. Dolayısıyla, İslâm dini hayata mal olmamış, sadece inanç planında kalmış bir din oluyor.
Yine bunların telakkisine göre, Peygamber Efendimiz de (asm.) namazın nasıl kılınacağını ümmetine öğretmeyen, onları bu noktada kendi görüşleriyle baş başa bırakan birisi olarak görülüyor. “O halde, peygambere ne gerek vardı?” diye bir soru akla gelebiliyor. Eğer peygamberin tek görevi insanlara Kur’ânı tebliğ etmek ise Kur’ânın nasıl yaşanacağı konusunda örnek olmak gibi bir görevi yoksa, o zaman Kur’ânın nazil olması, peygamber olmaksızın bir melekle de gerçekleştirilebilirdi.
Melekler, diledikleri şekillere girebilen nuranî varlıklardır. Nitekim Cebrail Aleyhisselam Allah Resulünün (asm.) huzuruna, sahabeden Dıhye’nin suretiyle çıkabildiğine göre, Cenab-ı Hak, Kur’ânı da Cebrail vasıtasıyla ve Tevrat’ta olduğu gibi bir defasında toplu olarak inzal eder, uygulamasını insanların şahsî görüşlerine ve tercihlerine bırakabilirdi.
Bu kişilerin takıldıkları nokta, namaz ve diğer ibadetleri Cenab-ı Hakk’ın niçin bütün tafsilatıyla Kur’ânda anlatmadığı meselesi. Onlar, bunu şöyle yorumluyorlar: Demek ki, buna gerek yok ve kulların bu konuda serbest bırakmaları onlar için bir rahmet.
Böyle bir anlayışa göre, beşerî kanunlarda da bu kadar tafsilata gerek yok. Bütün suçları tek tek sıralamak, bunların cezalarını bütün teferruatıyla ortaya koymak yersiz ve mânasız. Herkes anayasayı incelesin, nasıl anlıyorsa öyle uygulasın.
Yine bu anlayışa göre, kâinat kitabındaki ince mânaları da araştırmak yersiz. Allah açıkça neyi göstermişse onunla amel etmek kâfi. Yani, güneşle yolunu göreceksin, havayı teneffüs edeceksin, toprağı ekip biçeceksin, suyu içecek ve ekinlerini sulayacaksın o kadar. Ne yer altı kaynaklarını, ne iç organların görevlerini, ne genlerin, ne atomların, ne ışınların keyfiyetini araştırmak gerekmez. Zira, gerekseydi Allah onları da güneş gibi, su gibi gözümüze gösterirdi.
Böyle bir düşünce nasıl insanı ilimden ve medeniyet nimetlerinden mahrum bırakırsa, sadece Kur’ân ayetlerinde açıkça beyan edilen mânalara bakmak da Kur’ânın çok geniş mâna ikliminden, çok derin feyiz kaynaklarından insanı mahrum eder. Böyle bir kişi, sadece anladığı kadarıyla yetinir, anlamadıklarını yahut açıklanmayan hükümleri yaşama ihtiyacı duymaz. Zaten nefsin de istediği, böyle şükürsüz bir hayat, ibadetsiz bir dindir.
İçtihada karşı çıkan, mezhepleri tanımayan, ilm-i hali gereksiz bulan bu kişilerin yaptığı da, aslında, çok yanlış bir içtihattır. Yani, “Sadece Kur’ân ayetleri yeterlidir, hadislere bile ihtiyaç yoktur.” demek, başlı başına ve sorumsuzca yapılmış cüretkâr bir içtihattır.
Zira, Kur’ân-ı Kerimde, “Sadece ayetlerle iktifa edin, Peygamberin sünnetine uymanız gerekmez.” mânasında bir ayet yoktur. Aksine, o Hak elçisine her hususta uymamız gerektiğini emreden ayetler mevcuttur. Bunlardan bir kaçını ileride arz edeceğiz.
O halde böyle bir anlayış, tamamen his ve hevesten kaynaklanan yanlış bir içtihattır.
Bakınız, içtihat kapısını açan ve ayetlerden hüküm çıkarmaya imkân veren ayet-i kerimede ne buyruluyor:
“Eğer o meseleyi peygambere ve müminlerden ihtisas sahibi kimselere havale etselerdi, elbette o kimselerden hüküm çıkarmaya ehliyetli olanlar işin doğrusunu bilirlerdi.” (Nisâ, 4/ 83)
Ayette geçen “istinbat” yani hüküm çıkarma imkânı, yine ayetteki ifadesiyle ulu’l-emr olan yetkili kişilere tanınmıştır. Nitekim, bu ayetin verdiği müsaade ile Allah Resulü (asm.) bizzat içtihat yaptıkları gibi, sahabenin yetkili âlimleri de içtihatta bulunmuşlardır.
“Sadece Kur’ânla amel ederiz.” diyen kişiler Kur’ânın bu ayetiyle de amel etmek gerektiğini, bunun ise yetkili kişilerce yapılan içtihatlara uymak manasına geldiğini de bilmelidirler.
Fıkıh konusunda zamanın ihtiyacına ve ortaya çıkan yeni durumların halline dair yapılan içtihatlar, Üstat Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle, yüzde on kadardır; şeriatın yüzde doksanlık kısmı ise muhkemattır, yani kati hükümlerdir. Kur’ânın açıkça bildirdiği meselelerde ve Allah Resulünün (asm.) kati beyanlarında içtihat yapılamaz ve bunlar şeriatın yüzde doksanını teşkil ederler.
Allah Resulü (asm.) namazla ilgili ayetleri nasıl uygulamışsa bunlara aynen uymak, her Müslüman üzerine bir borçtur. Peygamber Efendimiz (asm.) sabah namazını iki rekât kılmışsa, bunu ne bire indirmeye, ne de üçe çıkarmaya kimsenin yetkisi yoktur. O Hak Elçisi (asm.) bütün ömrü boyunca sabah namazını iki rekât kılmışken, bütün ashab-ı kiram da O’na aynen uymuşlarken, bugüne kadar gelen bütün alimler ve onlara uyan bütün müminler de bu konuda ittifak etmişlerken, artık “Kur’ânda sabah namazının iki rekât olduğuna dair bir ayet.” yok gibi bir gerekçe ile, başta Peygamberimiz (asm.) olmak üzere bütün Müslümanlara ters bir uygulamaya gitmek, dini tahrife yönelik değilse çok büyük bir gaflettir.
“Her kim de, hidâyet yolu kendisine iyice belli olduktan sonra, Resulullaha muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yola tâbi olursa, Biz onu döndüğü yolda bırakırız. Fakat âhirette kendisini cehenneme koyarız. Orası ne fena bir varış yeridir!” (Nisa, 4/115)
Yine bu kişiler Kur’ânı okuduklarına göre şu ayet-i kerimeleri de görmüşlerdir:
“Peygamber size her ne getirirse onu alın, sizi neden menederse ondan da sakının.” (Ahzab, 33/21)
“Kim Resûlullah’a itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur.” (Nisâ, 4/80)
“De ki, Allah’a ve resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse, elbette Allah küfre girenleri sevmez.” (Âl-i İmran, 3/ 32)
“De ki, Eğer Allah’ı seviyorsanız bana ittiba edin; tâ ki Allah da sizi sevsin. …” (Âl-i İmran, 3/ 31)
“Ey iman edenler! Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin. Kur’ân’ı ve Resûlullah’ın öğütlerini işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin!” (Enfâl, 8/20)
“Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle birliktedir. İşte bunlar ne güzel arkadaştır!” ( Nisâ, 4/69)
“Allah ve Resûlü, herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab,33/36)
“Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem kabul edip, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisâ, 4/65)
Cenab-ı Hak, bu ayet-i kerimelerde Resulünü hiç nazara vermeden, doğrudan, “Benim emirlerime uyun, yasaklarımdan sakının. Bana itaat edin. … ” diyebilirdi. Bunun yerine, bu gibi ifadelerin ihtiyar edilmesi, Allah’a itaatin peygambere uymaksızın mümkün olamayacağı içindir.
Hele bazı hükümler vardır ki, en âlim insanlar da bu konuda bir karar veremezler. Konumuza sadık kalarak örneğimizi de yine namazdan verelim. Yetkili âlimlerimiz namazın vakitleriyle ilgili ayet-i kerimelere bazı izahlar getirebilseler bile, namazın rekâtlarına, rüku ve secdelerin sayılarına, bunların yapılış sıralarına, rükuda ve secdede okunacak tespihlere kadar çok meselede bir hüküm veremezler. Zira, bu gibi meseleler peygamber talimi olmaksızın mücerret akılla ve ilimle halledilemez.
Biz bu gibi iddia sahiplerinin bazı yazılarını okuduk. Dikkatimizi çeken bir noktayı yazmak isteriz:
Bu yazıların çoğunda Peygamber Efendimiz (asm.) için sadece peygamber denilmekle yetinilmiş, ne hazret denilmeye, ne de aleyhissalatü vesselam diyerek ona salat ve selama gerek duyulmamıştır. Bunun o kişiler için büyük bir kayıp olduğunu düşünüyoruz.
Sadece bir kısmına kısaca değinmekle yetindiğimiz bu yanlış anlayış ve hatalı davranışların, bir kasıt eseri olmayıp gafletten kaynaklandığına inanmak istiyor ve kendilerinin bu yoldan kısa zamanda dönmelerini temenni ediyoruz. Aksi halde, bazı kişilerin namazsız ve ibadetsiz bir hayat geçirmelerine sebep olacaklar ve “Sebep olan işleyen gibidir.” hükmünce onların bütün ihmallerinin ve günahlarının bir katı da kendilerine yazılmakla büyük bir zarara uğrayacaklardır.

Karadelik kıyameti ve öteki alemler Hakkında Bilgi

Karadelik kıyameti ve öteki alemler Hakkında Bilgi



Garip bir sır, acip bir muamma ölüm. İnsan ölümün arkasında yatan bilmeceyi çözmeye çalışıyor. Var oluşun ve hayatın sırrını çözmedikçe de rahat edeceğe benzemiyor insanoğlu..
İnanma duygusu ve din, sonsuz yaşama arzusu, bilinmeyene ve geleceği bilme merakı insanın fıtratına ve genlerine işlenmiş fıtrat gerçekleri. İnsan adeta bir inanma makinası olarak yaratılmış. Ateizm ve materyalism insana bir nevi deli gömleği giydirmekte, hayatı ona zehir hale getirmektedir.

Her tarafta ve herşeyde görülen güzelliklerin ve mükemmelliklerin/nizamın inkarı, varlığın hukukuna en büyük bir tecavüzü ve dolayısıyla cinayetlerin en büyüğünü teşkil etmektedir.

Dünyanın ve evrenin sonunun nasıl olacağını merak eden insanoğlu, her şey gibi kendisinin de başboş bırakılmadığını idrak ettiği ve inandığı takdirde “dünya bomba olup patlasa” bile ihtimaldir ki onu korkutmayacaktır.

Alemde tesadüfsüz nizamı, üstün tasarımı ve şefkatle idareyi gören insanoğlu O’na tevekkül edip dayanacak, evrendeki hadiselerin Maya takvimine göre değil Allah’ın takdirine göre cereyan ettiğini farkedecektir.

Her gün, şu dünya yüzünde yüzbinlerce insan ölüm haktır! hükmünü imzalayarak hayattan çekiliyor. Dünya bir tezgâha benziyor, bu tezgâhta dokunan mahsuller bir başka âlem hesabına. Ama görünüşte, mahsuller yine tezgâhın içinde yok oluyor, öğütülüp gidiyorlar. İnsan ruhunu düşünün. Onu ne zaman yıpratabiliyor ne de hadiseler! Tam aksine o, zaman geçtikçe olgunlaşıyor, bilmediklerini öğreniyor, daha da terakki ediyor. Yıpranan beden. Toprağın öğüttüğü de bedendir. Ruh bu tezgâhta dokunmamıştı ki onda öğütülebilsin. O başka alemlerin mahsulu ve başka alemlere yolcu.

Sadece bedenine ve fizik aleme odaklananlar, öteki alemlerden habersiz yaşamakta, tek boyutlu ve tek düzlemli bir hayata; sınırlı bir bakışa mahkum olmaktadır. Bu görünen alemin öbür alemler üzerinde bir tenteli perde olduğunu görememektedir. Elbetteki kabukta kalanlar hiç şekilde gerçeğin özüne ulaşamayacaklardır.

Son günlerdeki medya yoluyla kıyamet ve kainatın sonu ile yanılgılı ve yanlış inanç ve kanaatler piyasada kol gezmektedir. Daha çok Dünya üstünde cerayan edecek sınırlı bir kıyametten söz ediyoruz. Halbuki Kuran ve ilgili haberler kainat çapında kıyameti gündeme getirmektedir. Acaba evren çapında kıyamete sebep olacak hangi hadiseler vardır? İki bölüm halinde sunacağımız bu yazımızda karadelik kıyametini gündeme getireceğiz.

Yıldızların Ölümü

Her canlı ölümü tadacaktır ilahi fermanın hükmü sadece canlılarda değil cansızlar da hükmünü icra ediyor. Alemin tek bir elden yaratıldığının açık göstergesi olarak yeryüzündeki kanunlarının benzerlerinin, devri daim kanunlarının hükümünün göklerde de geçerli olduğunu görüyoruz. Nebula gibi yıldız artıklarından tekrar yeni yıldızlar yaratılıyor.

Evet yıldızlar da ölümün pençesinden kendini kurtaramıyor. Yıldızlar da, insanlar gibi yaratılıyor, büyüyüp gelişme devresinden sonra ölüme gidiyor. Ancak yıldızların büyüklüklerine göre ölümleri farklı şekillerde. Ölümlerden ölüm beğen....

Güneş gibi küçük yıldızların içinde cereyan eden nükleer dönüşüm, parçalanma (fisyon) değil birleşmedir (füzyon). Evrenin en yüksek enerjili (hidrojenin helyuma dönüşümü) nükleer santrali yıldızların merkezinde bulunur. Bu santralin yakıtı olan hidrojen bitince sonun başlangıcı gelmiş demektir.

Bir gaz plazma kütlesi olan yıldızlar, basınç-çekim denge sistemi ile ayakta durur. Merkezde hidrojen enerjisi bitince artık denge çekim lehine bozulur. Merkezde yıldızın yakıtı hidrojen bitince iki hadise birlikte yıldızın kaderine hükmetmeye başlar: Yıldızın dış kısmı genişlerken, merkez kısmında içe çökme-büzülme hızlanır. Merkez “Beyaz cüce” haline gelinceye kadar sıkışma devam eder. O esnada yıldız merkezinde sıcaklık da olağanüstü artar. Artan sıcaklıkla birlikte bir simya fabrikası olan yıldız merkezinde sıra ile yeni yeni elementler yaratılmaya başlar.

İçte artan sıcaklığa parelel olarak sıra sıra elementlerin yaratılma öyküsünü bir kenara bırakalım ve çevrede olanlara göz atalım. Güneşimiz öylesine genleşir ki artık yıldızın ucu nere bucağı nere belli değil. Artık güneşimiz mevcut kimliğini kaybetmiş ve yeni bir kimliğe bürünmüştür. Yıldızın yeni adı “kırmızı dev”dir. Hesaplamalara göre Güneşimiz Kırmızı dev döneminde Güneşten dünyaya kadar olan 150 milyon kilometre yarıçaplı alanı dolduracaktır. Bu esnada Ay bile yutulup (Kuran’ın ifadesi ile Güneşe katılıp) Dünyaya kadar ramak kala kırmızı devin genleşmesi duracak. Fezada keşfedilen nice kırmızı dev örnekleri (yapılan bilimsel simulasyonlar da) durumun böyle olacağını söylüyor. Tabi ki Güneşin Dünyaya bu kadar yaklaştığı o cehennemi sıcaklıkta yeryüzünde hiç bir canlı şey kalmayacak. Mahşer günü Güneş dünyaya yaklaşacak haberini aklı almayanların kulakları çınlasın!..

Güneş gibi küçük yıldızların çevresi ile merkezinin iki ayrı kader çizgisi takip edeceğini belirtmiştik. Yıldız çevresi “kırmızı dev” haline gelirken merkez ise “beyaz cüce” haline küçülmüştü. Bu arada merkezde sıkışmanın sonucu olarak sıcaklık da artmıştı (100 milyon derece üzeri). Hidrojenin helyuma dönüşmesi için 10 milyon derece gibi sıcaklık yeterli oluyordu. Halbuki büyük elementlerin yaratılması için daha büyük bir eşik enerjilerine ihtiyaç duyulur. Helyum atomları karbona ve daha büyük elementlere dönüşmesi için yüz milyon derece sıcaklığa ihtiyaç vardır. Yıldızların merkezinin elementlerinin yaratılma merkezleri olduğunu tekrar hatırlatalım. Vücudumuzda yer alan oksijenden demire kadar tüm elementler bir zamanlar yıldızların milyonlar derece sıcaklığında yaratıldı. Şu halde bizler bir tür yıldızların çocuklarıyız. ,

Çünkü içimizdeki elementler hep yıldızların o yüksek sıcaklıktaki potasında vücut buldu. Demekki dünyamız Güneşten kopma bir parça değil. Çünkü Dünyamız yıldızların kırmızı dev dönemini geçirmiş element bakiyelerini bulundurmaktadır. Bu da kafi gelmemekte demirden yüksek civa gibi kurşun gibi elementlerin varlığına baktığımızda demirden yüksek elementleri doğuran “süper nova” patlaması vuku bulmuş olmalı diyoruz. Dünya yakınında vuku bulan (aynı zamanda bir karadeliği doğuran) patlama ile yüksek elementler dünya yüzüne taşındı. Görüldüğü gibi kainatta her şey hayata hizmet etmekte ve bir düzen içinde kemale gitmektedir.

Elementlerin yaratılma serüveni demire kadar devam eder. “Beyaz cüce” yıldız gittikçe soğuyacak. “Siyah cüce” yıldız haline gelecek ve nihayetinde “demirden tabuta” dönüşecek. Kuran’da yer alan “yıldızlar kararınca ve yıldızlar dürülünce” (tekvir süresi) hükümlerinin bir manası yıldızların “siyah cüce” halini alması ile ilgili olabilir. Demir haline dönüşüm, elementlerin yaratılmasının son durağıdır. Onun için çoğu gök taşları yıldız artıkları olduklarından, maddeleri çoğunlukla demirden ibarettir. Hadid Sûresi’nde şöyle buyurulur: ‘Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) faydalar bulunan demiri de indirdik…” (âyet, 25). Astronomi ile ilgili gelişmeler, dünyamızdaki demir elementi de dahil diğer ağır elementlerin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini söylemektedir. Buna göre bizler maddî vücudumuz itibariyle bir zamanlar bir yıldızın parçasıydık.. Bu, Güneşimizden çok daha büyük bir yıldız olmalıydı. Çünkü, astronomik gerçekler, demirin ancak birkaç yüz milyon dereceye varan sıcaklıklarda kâinatın en yüksek fırınları olan Güneşten çok daha büyük yıldızların fabrikalarında imal edildiğini söylüyor. Halbuki Güneşimiz 15 milyon derece reaktör sıcaklığı ile büyük elementleri üretemeyecek kapasitede bulunuyor.

Yıldızda hidrojenden demire kadar süren yolculukta yıldızdan dışarıya enerji verilır. O enerji ile yıldız “hayatta” kalır. Halbuki demirden daha büyük elementlerin yaratılması dışarıdan enerji isteyen süreçlerdir. Büyük elementlerin yaratılması için çok daha yüksek enerjiye ihtiyaç duyulur. Bu da ancak “Süpernova” patlamaları adı verilen evrenin en büyük kozmik olaylarında mümkün olur.

Şimdi bizi ilgilendiren Güneşten çok daha büyük yıldızların sonunun nasıl olacağıdır. Örneğin Güneşten en az 10 kat daha büyük yıldızların sonuna bakalım. Olmazlar olacak, Güneş’ten tam yirmi kez büyük kütleli bir yıldızın merkezi bir şehir kadar küçülecektir. Merkezde hidrojenin bitip de yıldız çekirdeğinin ağırlığının altında ezildiği; ezici çekim gücü, 10 üzeri 10 gibi bir değere ulaştığı dönemde yıldızda çekim gücü tek başına hakim hale gelecektir. Mekân-zaman sürekliliği içinde yıldız merkezi, evrende gözden kaybolur. O noktada uzay “delinmiştir.” Yıldız artık bir “karadelik" haline gelmiştir.

Yıldızın karadeliğe dönüştüğü süreçte adeta bu geçişi-dönüşümü (başka bir aleme geçişi) kutlayan bir hadise yaşanır. Evrenin bu en muhteşem ve muazzam olayının adı “Süpernova patlaması”dır. Gökyüzünün bu en muhteşem şehrayininde yıldız, dış kısmının parçalarını ta 1000 ışık yılı kadar uzaklara fırlatabilir. Bir kaç gün tüm devam eden parlama, galaksi içinde her taraftan gündüz bile görülebilecek keyfiyettedir.

Galaksi Merkezinde Süper Karadelik

Galaksi çapında Kıyamete yol açabilecek karadelik aslında galaksinin merkezinde bulunuyor. Galaksimizin güneşi diyebileceğimiz ve galaksinin çekim merkezi ve odağı süper karadelik hakkında neler biliyoruz? Hayat yeryüzünde sorunsuz bir şekilde devam ederken aslında galaksimizin merkezi kainatın en şiddetli olaylarının cereyan ettiği yerlerdir.

Astronomik olarak bakışlarımızı Samanyolu’nun merkezine çevirdiğimizde orada olağanüstü hareketlilik dikkatimizi çeker. Burada neler oluyor acaba? Oradaki gaz ve toz bulutları ve hatta yıldızlar neden öyle olağanüstü süratte dönüyorlar? Samanyolu merkezindeki gök cisimlerinin beklenenin çok çok üzerindeki süratlerinin kaynağı ne olabilir ki? Bu hıza göre onlar uzaya fırlamalıydılar.

Orada çok büyük bir çekim odağı olduğu belli. Hiç bir büyük kütleli yıldız bu sürati sağlayamayacağına göre orada bir karadelik bulunuyor. Ama ışınlar yolu ile karadelikleri inceleme yolu kapalı. Yapmamız gereken karadeliğin etrafındaki gök cisimlerinin davranışlarından dolaylı olarak karadeliği araştırma yoluna gitmek.. Pekala ama ne var ki yoğun gaz ve toz kümeleri karadeliğin cisimlere uyguladığı etkileri de gözlemlemeyi zorlaştırıyor.

Bunun üzerine araştırmacılar Kızıl ötesi ve Röntgen ışınları spektroskopisi ile işe koyuldular. "Astronomi ile ilk uğraşmaya başladığımda galaksimizin merkezinde süper kütleli bir kara delik olacağını hiç düşünmemiştim’’ diyordu ünlü Astronomi bilim adamı Prof. Andrea Ghez. Andrea çalışmalarını derinleştirmek için Hubble’dan daha güçlü bir teleskop kullanma ihtiyacı duydu. Kullandığı "The Cap Teleskop’’ 4570 metre kadar yükseklikte Marokea dağında çalışmaya başladı. Kep teleskobu dünyadaki en büyük bir optik teleskop. 32 ft çapında bir aynası var. 36 parça aluminyumla kaplanmış ve çok iyi cilalanmış camdan meydana geliyor.

Yeni teleskop, fotonlar çok daha iyi ve yoğun bir şekilde toplayabiliyor ve çok detaylı şeyleri görmeye imkan veriyor. Astronom Andrea Ghez, teleskobunu Samanyolu'nun kalbindeki yıldızlar üzerine odakladı. Oradaki bir kısım gök cisimlerinin hızları saniyede 1000 km. Bu merkezden uzakta kalan yıldızlarınkine göre çok yüksek bir hız değeri. Gözlenen yıldızlar, galaksinin merkezine 200 ışık yılı mesafede. Saniyede 1000 km hızla hareketi ancak merkezdeki kütlenin güneşten 2 milyon defa daha büyük olması ile mümkün olabilir.

Araştırmalar derinleştikçe sadece Samanyolu galaksinin değil, diğer galaksilerin merkezinde, tam kalbinde kara delik bulunduğu gerçeği ortaya çıktı.

Galaksi merkezindeki karadelikler, “süper kütleli karadelik” adını alıyor. Bir kaç milyon güneş kütlesindeler. Güneş nasıl gezegenlerle birlikte bir sistem meydana getiriyorsa, merkezi karadelikler de galaksiler için bir merkez, çekim odağı durumundalar. Samanyolu merkezindeki Karadelik aktif durumda. Etrafındakileri durmadan yutmaya devam ediyor. Gitgide büyümekte çekim alanı ve tesir sahası gittikçe artmaktadır. Tüm galaksinin sonunda bir karadelik halini alması ihtimalinden söz edilmektedir. Bize yaklaşan (ileride iki galaksi birleşecek) Andromede galaksisinin merkezi aktif değil. Yani etrafında şimdilik yutacağı gök cisimleri yok. Bunlara aktif olmayan süper kütleli karadelik deniyor.

Kıyamet Makinası Karadelikler

Karadeliklerin en bariz dikkat çeken özelliği “başka uzaylara” kapı açılmasıdır. Aynı zamanda karadelikler bir kıyamet makinası gibi çalışırlar.

Kâinat, mükemmel bir düzen ve âhenk içinde birbirine bağlı hareket eden milyarlarca gök sistemine ev sahipliği yapar. Bu muhteşem düzeni bozacak ve çekim gücü dâhil diğer kuvvetleri tesirsiz hâle getirecek, gezegen ve yıldızları yörüngesinden çıkararak, her şeyi alt üst edebilecek zâhirî bir sebep veya kuvvet ne olabilir?

Tekvîr Sûresi'nin "Güneş dürülüp söndürüldüğü zaman... Yıldızlar kararıp düştüğü zaman... Gök yerinden soyulup koparıldığı zaman..." mealindeki âyetlerini mevcut kozmoloji bilgilerimize göre düşünürsek, Güneş'i dürecek, yıldızların ışığını dahi yutup onları fonksiyonsuz hâle getirip düşürecek sebep, karadelikler olabilir mi?

Karadelikler çekim gücü, dünya üzerinde dengelerin bozulmasına sürekli devam eden depremlere yol açabilir. Karadeliklerdeki çekim tesiri dağları uçabilir. Depremlerle arzın altındaki ateş ve lâvlar yeryüzüne çıkarken ortaya kıyameti andıran bir manzara ortaya çıkacaktır. Önceki yazılarımızda şiddetli ve devam eden depremler sonucu oluşacak kıyamet senaryolarından söz etmiştik. Şimdi ise, kozmozun en büyük bir gerçeği karadeliklerin yol açabileceği evren çapındaki kıyametten söz ediyoruz.

Genel İzafiyet Teorisi'ne göre, düz uzay-zaman bir kâğıt gibi dürülebilir, buruşturulabilir. Karadeliklerin çekim kuvveti, cazibe ipleri ile hassas bir şekilde birbirine bağlı olan yıldızların yerlerinden düşmesine sebep olabilir. Nasıl ki bir file ağı, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülebiliyorsa, adına sema dediğimiz uzay-zaman ağı da içine "oturmuş" sonsuz ağırlık mânâsına gelen karadelikler tarafından o bölgede eğilip bükülebilir, hattâ yırtılarak delinebilir. Bu, karadeliklerin belirgin bir özelliğidir. Bunun bir muhtemel açıklaması, fizik kanunlarının geçerliliğini kaybetmesiyle o bölgede fizik ötesi âlemlere kapı açılması olabilir. Uzay-zaman denen fizikî kâinat (sema), hem sağlam bir yapıda hem de "çatlaksız" olduğu Yüce Beyan'da açıkça anlatılır: "Gözünü bir çevir göğe bak, bir çatlak görebilir misin?" (Mülk, 67/3).

Ancak kıyametle ilgili âyetlerde, semada çatlamanın vuku bulacağı sürekli tekrarlanır. "Gün gelir, yeryüzü başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir." (İbrahim, 14/48), "Gök yarılır, o gün zaafa düşer." (Hakka, 69/16) ve "(Kıyamet) günün(ün) şiddetiyle gök bile çatlar." (Müzemmil, 20/18) mealindeki âyetlerden, bu gökteki "çatlaklar"la yeni âlemlerin kapı açılacağı neticesini çıkarabiliriz.


Geometrik çekim dengesinin bozulmasıyla -Genel Relativite’nin de ispatladığı üzere- göklerin uzay-zaman düzlüğü Kur’an’a ait ifadeyle, dürülebilir ve bir kağıt gibi buruşturulabilir, yıldızlar yerinden düşer. Çünkü gök cisimleri cazibe ipleri ile hassas bir şekilde birbirine bağlanmıştır. Karadeliklerin müthiş çekimi bu dengeleri alt üst edebilecek kuvvettedir. Karadelikler konusunda Dünya’da ileri derecede uzmanlaşmış birkaç kişiden birisi olan Stephen Hawking, “Zamanın Kısa Tarihi” adlı eserinde, kainatımızda “görülen” yıldızlardan daha fazla karadeliğin mevcut olduğunu belirtir. Hatırlayalım ki, sadece bizim galaksimizde 400 milyar görünen yıldız var! Bu durum tabii ki, ilim adamlarını “Acaba kıyamete bir adımlık mesafe mi kaldı? Siyah deliklerde kaybolan madde, ısı, ışık nereye gidiyor? Bunlar gerçekte yokluğa mı gidiyor?” diye de sormak mecburiyetinde bırakıyor.

Fizik ötesi Dünyalara Açılan Kapılar

Uzay demek “mekan” demektir ki, yıldızın kendi mekanını yutması fezanın en hayret verici olayı olarak bilinir. Üstelik orada zamanın “donarak” durması, Karadeliklerdeki tekilliğin en belirgin ve şaşırtıcı özelliklerinden birisi olarak kabul edilir. Düşünün ki, bir yıldız, kendini, kendi ışığını, kendi hacim, yer ve zamanını yutmakta, bambaşka bir keyfiyete bürünmektedir. Yıldız kendini ve yuttuklarını belki de bir başka alana; karşımıza fizik ötesi farklı boyut ve evrenler bilimin gündemine girmiş demektir.

Bu fizik ötesi boyut ve uzayların Kur’an’da sözü edilen ahiret âlemleri olabilir mi? Karadeliklerde zamanın durması ya da farklı bir keyfiyete bürünmesi ebediyet kavramını hatıra getirmekte, sonsuz uzayları ya da ahiret ve gayp âlemlerini gündemimize sokmaktadır. Vakıa suresinin 75. ayetinde “yıldızların mevkileri ve yerleri” üzerine yemin edilir. Yıldızın kendisine değil “yıldız yerlerine” vurgu yapılması Karadeliklere işaret olabilir. Nitekim izleyen ayette “bunun ne büyük bir yemin olduğuna” dikkat çekilmesi de Karadeliklerin öteki dünyalara geçit veren “gök kapıları” ile ilgili olmasını hatıra getirmektedir. Karadelikler mukaddes kitaplarda sözü edilen ahiret âlemlerine açılan kapılar olması bir yana, bu keşifler, mevcut fizik yasalarının ördüğü “hapishane” ile sınırlı olmadığımızı ve kainatın sadece maddi dünyalardan ibaret kalmadığını gösteren örnekler olmaktadır.

Sema Kapıları

“O gün semayı, kitap sayfalarını dürer gibi düreriz. Sonra onu, ilk yaratılışa nasıl başladıysak öyle iade ederiz. Bu bizim vaadimizdir; şüphesiz yerine getireceğiz.” (Enbiya, 21/104). Bu ayetten kıyametin kainatı, gökleri de içine alan bir olay olduğunu anlayabiliriz. Kur’an-ı Kerim’de “semanın görünmez kapıları”na dikkatimiz çekilir. Kapılar geçit yerleri olduğuna göre, “sema kapıları” ifadesini; başka uzay-zamana, farklı boyut ve kainatlara geçit noktaları olarak anlamak mümkün müdür? Bir türlü çıkamadığımız kainatın dışına nihayet çıkabilecek bir kapı bulduklarını düşünen astrofizikçilere göre de, Karadelikler bir uzay-zaman kapısıdır. Kur’an’ın rehberliğinde kainattaki sırlara yorum ve açıklama getiren Bediüzzaman’a göre gökteki yıldızların bir kısmı ahiret âlemlerine bakmaktadır.

Uzay Ağı

Uzay gerilmiş bir ağa benzetilebilir. “Çevir de gözünü semaya bak, bir çatlak, kusur görecek misin?” (Mülk, 67/3) âyeti uzay-zaman ağının son derece sağlam örüldüğünün de işareti olsa gerek. Ağ, üzerine konan ağır cisimlerce eğip bükülüyorsa, adına sema dediğimiz uzay-zaman ağı da içine “oturmuş” bulunan büyük kütleli gök cisimlerince öylesine eğilip bükülür. Karadelik sonsuz bir ağırlık anlamına gelmektedir. O bölgede uzay-zaman ağı “eğilip bükülmekle” kalmaz, adeta yırtılıp çatlamakta, daha uygun bir tabirle “delinmektedir”. Delinmenin anlamı fizik kanunlarının geçerliliğinin kaybedilmesi, o yörede fizik ötesi âleme kapı açılmasıdır. Karadeliklerin tesir sahasını bir “huni” şeklinde tasvir edebiliriz. Bu bölgenin en geniş sınırı “olay ufku”dur. Bir de çekim tesirinin olağanüstü arttığı, adeta sonsuz hale geldiği bir bölge vardır ki, burası “huni”nin inceldiği uç kısmı teşkil eder ve “tekillik” (singularite) adını alır. Tekilliğin ötesi farklı kanunların geçerli olduğu bir bölgedir.

Bir kısım bilim adamının kanaatine göre Karadelikler, kendi varlığı ve öz hacmi ile kendi “dışına” taşmakta; “uzay-zamanı” da beraberinde götürerek bizim âlemimize benzemeyen “farklı” bir âleme geçiş kapısı görevi görmektedir. Kozmoloji ile ilgili eserlerinden tanıdığımız ünlü fizikçi Paul Davies bu konuda:

“Uzay, çok karmaşık bir şekilde ‘zamana’ bağımlıdır. Uzayın ‘gerildiği ve büküldüğü’ gibi, zaman da gerilir ve bükülür.” demektedir. Zamanın “donarak” ebediyen durması, Karadeliklerdeki tekilliğin (singularite) en belirgin özelliğidir. Zamanın durması, zamanın “sabit” kalması; fizik kanunlarının geçerliliğini kaybederek; uzayın bütün öz ve özelliğini yitirmesi ve yepyeni bir başka kainat’ın içine girilmesi demektir. “Orası” bizim evrenimize hiç benzemeyecek, zaman, madde ve boyutlar farklı keyfiyete bürünecektir. Alıştığımız değer birimlerine sığmayacak özelliklere, fiziğin dar kalıpları ile açıklama getirmek zor görünüyor.

Gelişen bilim, madde ve uzay konusunda yepyeni kavramlar getirdi. Önceleri maddenin bu kadar kısa ömürlü olacağı kimsenin hatırına gelmemişti. Madde gibi zaman dediğimiz sürecin Karadelik çekimiyle başka bir akışa girmesinin sonsuz ve farklı boyutta dünyaları gündeme getireceği tahmin edilemezdi elbette.. Dokunulmazlığı olan ve âdeta ilahlaştırılan fizikî prensiplerin Karadeliklerde alt üst olacağı tahmin edilemezdi. Bu kainat niçin yaratıldı ve niye yok ediliyor? Beklenen Karadelik kıyametinden sonra yeni bir yaratılış var mı? Bu konular artık astronomi merkezlerinde de yer alan tartışmalar arasında bulunuyor.
 
Kaynak. Sorularla İslamiyet
 

Blog Archive

Dünya Saatleri