Faydalı İlim Kazanın

Blogger tarafından desteklenmektedir.
FAYDALI BİLGİLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FAYDALI BİLGİLER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Ocak 2013 Pazartesi

21 Aralık Geçti... Hayat Devam Ediyor!

21 Aralık Geçti... Hayat Devam Ediyor!
21 Aralık Geçti Maya Takvimini Yerin Dibine Soktu
Maya Yalanı Mayalandı... Kıyamet Yalanı

Medya, son bir asır içinde, kıyamet haberlerinin düzinelercesiyle insanları bir panikten öbürüne sürükledi. 2000 yılı öncelerinde meşhur kâhin Nostradamus’un haberlerini, ünlü bilim yazarı John Gribbin’in “bilimsel” kehanetlerini hatırlıyoruz.
Eylül 1988 tarihli bir kıyamet kehaneti ile bir NASA çalışanının yazdığı kitap çok satanlar listesine girmişti. Ancak bu haber de yazarın ve yayıncının ceplerini doldurmaktan başka bir işe yaramadı.

2000 yılına girdiğimiz dakikada ise bütün dünyada hayat duracak, uçaklar yere düşecek, füzeler ateşlenecek, taş taş üstünde kalmayacaktı.

1997’de Hale-Bopp adlı kuyruklu yıldızın peşi sıra gelecek bir uzay gemisine kapağı atarak kıyametten kurtulacaklarına inanan 39 kişi gemideki yerlerini sağlama almak için intihar etmişti..

21 Aralık 2012 tarihli kıyamet senaryosunun boşa çıkması da birşey değiştirmeyecek. Bir kısım insanlar daha başka senaryoların peşine düşecek, bir kısım insanlar da bu senaryoların üzerinden yine ceplerini doldurmaya devam edecekler.

***

Kur’ân’ı indiren, “Onlar o günü uzak görüyorlar; Biz ise yakın görüyoruz” buyuruyor (Meâric, 70:6-7). İnsanoğlu haberlerin doğrusunu bırakıp kimin uydurduğu çoğu belli kaynaklardan uydurulan şayialarla merakını tatmin etmeye çalışıyor.

Her şeyin başıboş bırakılmadığı şu muhteşem alemde merak duygumuzu yanlış yerde kullanmanın bir sorumluluğu olacaktır. Belli ki merak/hayret ve öğrenme duygularımızın bir görevi, öncelikle temelsiz tahminlerle avunmayı bırakmak, vahyin işaret ettiği asıl yaratılış gerçeklerine odaklanarak onları bilim ve akıl aletleri ile daha iyi anlamak olacaktır.

Gelişen bilim ve astronomi Dünya ve Güneşimizin birbirinden ilginç ve muazzam hareketlerini keşfetti. Bunlardan birisi Güneş sisteminin “Solar Apex” adı verilen hareketidir. Acaba Güneş nereye doğru yol alıyor? Güneş ve Dünyamızı hangi akibet bekliyor?

Güneş Nereye Gidiyor?

Samanyolu galaksi sarmal şeklindedir, aslında galaksinin şekli "rüzgar gülünün" şeklinin aynısıdır. Merkezinden dışa doğru açılan kolları vardır. Samanyolumuz yedi kolludur. Bunlardan birinin adı "Avcı Kolu"dur. İşte bizim de içinde yer aldığımız "Güneş Sistemi" bu kolun tam içinde değil ama kıyıda bulunur. En uygun ve en korunaklı yerdir burası [1]

Güneş Sistemimiz Samanyolu Galaksisi'nin merkeze yakın olan kısmındadır (28 bin ışık yılı). Samanyolunun 200 bin ışık yılı çapını nazara aldığımızda nisbeten Galaksi merkezine yakın bir yerdedir. Galaksimiz o kadar bir büyüktür ki Güneş sistemi Galaksi merkezi etrafındaki seyahatını ancak 220 milyon yılda tamamlar.

Sürdürülen seri hesaplamalar ve hassas gözlem ve araştırmalarla, Güneş’in de kendine has bir hareketinin bulunduğunu gösterdi. Güneş, Herkül Burcu yakınlarında bulunan ismine Vega denen bir yıldız istikametinde hareketini sürdürmektedir. Güneş, Vega yıldızına doğru her saniyede 20 kilometrelik bir hızla hareket halindedir. Güneş’in bu hareketinin, Kuzey Kutup Ekseni ile 37 derecelik bir açı yapacak şekilde gerçekleştiği ortaya çıkmış ve bu açıya bilimciler, “Solar apex” adını vermişlerdir.

Bulutsuz bir gecede başınızı gökyüzünün tam tepesine kaldırdığınızda fezanın neredeyse en parlak üç yıldızı ile karşılaşırsınız. Jupiter, Merkür ve Venüs gibi gezegenler de parlak göğün parlak cisimleridir. Ancak onlar tepede değil aşağıda bulunurlar. Tepede kalan bu üç yıldız “Yaz üçgeni” olarak bilinir. Yaz Üçgeni yazın sona ermesiyle artık yavaş yavaş batıya doğru kayar. Bu yıldzıların en parlağı olan ve diğerlerine göre biraz sağda olan meşhur Vega Yıldızıdır. Lyre ya da Kanun takım yıldızına ait devasa bir yıldızdır.. Vega aslında Arapça bir kelime. Yaz Üçgeni (Başucunda Vega, güneydoğuda Deneb ve güneyde Altair) Yaz üçgeninin ikinci yıldızı Vega yıldızının hafif güney doğusunda kalan Zeneb’dir.. Kuğu takım yıldızının en parlak yıldızıdır. Arapça kuyruk anlamında olup, kuğunun kuyruğunda yer aldığı için “Zeneb” adı verilmiştir. Zeneb, Samanyolu’nun en büyük yıldızlarından biridir ve Güneş’in 265.000 katı parlaklığa sahiptir. Yıldızın o kadar muazzam bir büyüklüğe sahiptir ki (Güneş'in çapının 200 katı) eğer Zeneb Güneş’in yerinde olsaydı, yıldızın yuvarlağı Yerkürenin yörüngesini içine alırdı.

Mektubat Kitabında Birinci Mektub’da Haşir meydanı ile ilgili bir bahiste “küre-i arz, hareket-i seneviyesiyle, ileride mecma-ı haşir olacak bir meydanın etrafında bir daire çiziyor.” ifadesi vardır. Bu yıldızın büyüklüğü dikkate alındığında bu hakikatın sayısız misâlleri bu kâinatta mevcut olduğu dikkatimizi çeker. Güneş’in Kırmızı dev döneminde, Dünyanın yörüngesini dolduracak kadar genişleyeceği biliyoruz.

Şemşsu’s Şümus

Sonuç olarak Yerküre, Güneş sistemi ile birlikte saniyede 20 kilometre gibi bir hızla Vega yıldızına doğru gidiyorsa acaba bu gidiş nereye? Hangi çekim odağı Güneşi çekip kendine doğru götürüyor? Yasin Sûresinde sözü edilen Güneş’in yolculuğunun Şemşü’s-Şümüs’a doğru bir gidiş olduğuna dikkat çeker Bediüzzaman. Şimdi bu konunun aytıntılarına geçelim.

Bir hadiste ravisinden şöyle buyrulur:

“Güneş batarken Rasulullah ile birlikte mescidde idim. Bana:
-"Ey Ebu Zerr, biliyor musun bu Güneş nereye gidiyor?" diye sordu. Ben:
-"Allah ve Resulü daha iyi bilirler!" dedim.
-"Arşın altına” dedi (....) ve ekledi “kıyametin gelmesi yakındır.
Cenab-ı Hakk'ın şu sözü bunun habercisidir: Güneş, kendisi için belirlenen bir yörüngede akar. İşte bu, azîz ve alîm olan Allah'ın takdiridir.”
Yâsîn sûresi, 36/38 [2].

Nitekim, Bediüzzaman hazretleri, “Veşşemsu tecri limüstekarrin leha” (Yasin, 36/38) ayetini yorumlarken, "Güneş’in manzumesiyle beraber Şemsü’ş-Şümûs’a doğru hareketine işaret eder.” demektedir. Diğer açıklamalarına da göz atalım:

“...Ta Şemsü’ş-Şümûs’un mihveri üstündeki elli bin seneden ibaret bir tek yevmine kadar eyyam-ı Rabbaniye vardır” (Barla Lahikası, 325).

“Dünya’nın ömrü ise Şemsü’ş-Şümûs’un hareket-i mihveriyesi ile hâsıl olan eyyam iledir.” (Barla Lahikası, 326) “Ve Şemsü’ş-Şümûs’a tâbi ve âlem-i bekadan ayrılıp küremize bakan Dünyaların ömrü, Şemsü’ş-Şümûs’un işarat-ı Kur’anîye ile her bir günü 50.000 (elli bin) sene olmasıyla...” “Şemsü’ş-Şümûs’a tâbi Dünyaların beka âleminden olduğu ve Dünya’mıza baktığı...”

Bu ifadelerden çıkardığımız sonuçları şu şekilde özetleyebiliriz: Güneş Sistemi topluca Şemsü’ş-Şümûs’a doğru yol almaktadır. Şemsü’ş-Şümûs ahiret ve beka âlemlerindendir. Yaşadığımız fizikî Dünya’dan farklı bir âlemdir ve önemli görevler yüklenmişlerdir. Şemsü’ş-Şümûs’ta geçerli zaman akışında bir gün, bizim ölçülerimize göre elli bin seneye eşittir. Bu zaman ölçüsü başka ayetlerde mesela meleklerin zamanı için dile getirilmektedir. Bu hızın, beka âlemlerinin, nurun hız ve zaman akışı olduğunu düşünebiliriz.

Şemsü'ş-Şumus'u çok daha büyük bir yıldız olarak kabul ettiğimizde erken ölüme mahkum olmuş ve karadeliğe dönüşmüş Güneş'in ikizi (yada başka yakın bir yıldız) olabilir. Tarihî kayıtlarda Rabbü'ş-Şıra adlı bir güneşten söz edilir. Eğer gerçekten böyle bir güneş var idiyse, şu anda böyle bir güneşin görünmemesini, onun karadelik haline gelmesi ile açıklayabiliriz. Bilindiği gibi fezada bütün yıldızlar çift olarak bulunurlar. Güneş neden istisna olarak tek yıldız halinde bulunuyor? Eğer Güneş bir istisna olarak yaratılmamışsa onun da bir eşi olmalıdır ve Güneş'ten daha büyük bu ikiz şimdi karadelik olarak yerini almış olabilir. Uzayda birçok örneği görüldüğü gibi, daha önce karadelik haline gelen yıldız, zamanla eşini kendine doğru çeker ve sonunda onu bütünüyle yutar.

Hatırlatacağımız diğer bir nokta ise, Gökyüzünün en parlak 5. parlak yıldızı olan Vega, bize sadece 26 ışık yılı ötededir. Şemşu’s Şümus, Güneşler Güneşi Vega yıldızı yada ondan çokdan büyük olan Zeneb de olabilir. Yıldız ne kadar büyükse, ömrünü o kadar çabuk bitirmekte olduğundan büyük yıldızlar çok daha erken zamanda karadelik haline dönüşmektedir. Örneğin vega Yıldızının ömrü Güneş’inkinin yüzde onu kadardır.

Eğer Dünyamız Güneş’le birlikte yolculuğunun son durağı Vega yada Zeneb yıldızı ise, Güneş kendisine ulaşana dek bir karadelik haline gelmiş olabilir. Biz yıldızların geçmişlerine baktığımıza göre halihazırda yıldız olarak gördüğümüz bir gök cismi şu anda karadelik haline gelmiş olabilir. Unutmayalım ki en yakınımızdaki yıldızın ışığı bile ancak bize dört yılda gelebilmektedir.

Mecerra

Peygamberimize atfedilen “mecerra” ifadesi üzerinde yoğunlaştığımızda bazı ipuçlarına ulaşabiliyoruz. Tefsir yorumcularından bazılarına göre “mecerra” ile Samanyolu kastedilmektedir. Yaptığımız araştırmada, Kur’an’ın ilk yorumcularından ve bizzat Peygamberimizden (a.s.m.) ders almış olan İbn-i Abbas’ın açıklamalarını konumuz açısından dikkat çekici buluyoruz. Peygamberimizin (a.s.m.) ifadelerine göre “Mecerra” sema kapısıdır ki, sema buradan yarılacaktır.

Taberani’nin eserinde bulunan bir sözü ise şöyledir: “Gökte bulunan ‘mecerra’, Arş’ın altındaki yılanın teridir (salyası).” Peygamberimiz (a.s.m.) o gün anlaşılmasında zorluk bulunan ince ve yüksek hakikatleri çoğu kere teşbih ve mecazlar yoluyla ifade etmiştir. Karadelikler için yapılacak en uygun benzetmelerden birisi de “yılan” lâfzıdır. İki uzayı birbirine bir tünel- hortum şeklinde bağlama özelliği sebebiyle Karadelikler için bilim dünyasında “Worm Hole” yani “solucan deliği” tabiri kullanılmaktadır. Yılan bünyesine göre iri şeyleri yutabilmekte ve yutulan şeyi “dar ve uzun bir tünelden” geçmiş olmaktadır. Karadeliklerin Şahadet Âlemi’ni Arş’a bağlayan bir “tünel” olduğu söylenebilir mi?

Konuyu destekleyen başka hadis rivayetleri de vardır. İk hadis müellifi olarak kabul edilen San’ani’nin kayıtlarında Peygamberimizin (a.s.m.) şu sözlerine rastlıyoruz: “Bana günler sunuldu. Cuma gününü gördüm; onun güzelliği ve nuru hoşuma gitti. Orada “siyah nokta” şeklinde bir şey gördüm. ‘Bu nedir?’ diye sordum. ‘Kıyamet onun içinde kopacaktır’ denildi.” Hadisin diğer bir geliş şeklinde, “Cuma günü bir aynada bana gösterildi.” denmektedir [3].

Karadelik ve Göğün Yarılması

Hadiste yer alan ve kıyametin onun içinde kopacağı belirtilen “kara nokta” ile anlatılmak istenen nedir? İslamî literatürde yer alan “Mecerra” ve “Şemsü’ş-Şümûs” tabirleri ile ne anlatılmak istendiği konusunda âlimler çeşitli yorumlar yapmışlardır. Kıyamet sırasında göğün yarılacağını, kapı kapı açılacağını ifade eden ayetin (Gök yarıldığı zaman -ve hep yapa geldiği gibi- Rabb’inin buyruğunu dinlediği zaman) tefsirinde Hz. Ali’nin (r.a.) göğün “Mecerra”dan çatlayıp yarılacağı şeklinde açıklaması hayli dikkat çekmektedir [4].

Astrofizikteki gelişmeler çerçevesinde şimdi bu haberleri daha kolay yorumlama imkânına sahibiz. Bilindiği gibi Karadelikler için en belirgin özellik ağ şeklinde ve sağlam bir surette tesis edilen uzayın “çatlayıp delinmesidir.” Mevcut bilgilerimize göre ayetlerin vurguladığı “sema yarılmasını” şahadet âlemi olarak idrak ettiğimiz fizik Dünya’nın, yani uzay-zamanın değişerek farklı boyutlara kapı açılması olarak yorumlayabiliriz.

Kur’an bize her zaman ipuçları vermekte ve birçok yerde de bunların “anlayan, akıl sahibi ve bilgili kimselere misal, ayet (ipucu, delil)” olduğunu tekrarlamaktadır. Enbiya, 21/32’de “Göğü de dengesizliğe düşmekten korunmuş bir tavan durumunda yarattık.” ilahî fermanı bu gök tavanının arkasında başka Dünyaların varlığına dair akla kapılar açılmaktadır.

Semânın yani uzay-zaman denen fizikî kainatın sağlam bir yapıda olduğu yanında, “çatlaksız” olduğu da (Mülk, 67/3) açıkça anlatılmaktadır. “Gözünü bir çevir göğe bak, bir çatlak görebilir misin?” buyrulmaktadır. Ancak kıyametle ilgili ayetlerde, semada çatlamanın vuku bulacağı sürekli vurgulanır. “Gün gelir, yeryüzü başka bir yere, gökler de başka göklere çevrilir” (İbrahim, 14/48) ayeti de kıyamet esnasında bu “çatlaklarla” ahiret âlemlerine kapı açılacağı açıkça belirtmektedir.

Nitekim astrofizikçiler, bir türlü dışına çıkamadığımız kainatın, “dışına” çıkabileceğimiz bir kapı bulduk diyorlar. Mesela Kur’an’da geçen “göğün görünmez kapıları” siyah delikler ise, o zaman ahiret âlemleri fazla uzağımızda bulunmuyor demektir.

Einstein-Rosen Köprüsü Yoluyla Ahiret Alemlerine Geçmek

Zaman ilerledikçe, uzay hakkındaki bilgi dağarcığımız da genişliyor. Gelişmiş teleskop sistemimizle; Karadelikler artık bize teorilerde olduğundan daha yakın hale gelmiş bulunuyor. Belki ileride birçok sırrını çözme başarısını göstereceğiz karadeliklerin. Hatta belki onlara seyahatler düzenleyebileceğiz. Ama şimdilik bu çok erken görünüyor.

Einstein-Rosen Köprüsü Uzay-zaman içinde kestirme yollar sağlayan ve uzay gemilerini bir anda evrenin öteki ucuna ulaştıracağı düşünülen “kurt delikleri” de denilen “Karadelik tüneli” bilim kurgu dünyasının standart malzemesi haline gelmiş bulunuyor. 1930’larda, Einstein ve Rosen, uzay-zaman eğilmesinin, Karadeliklerde zirvede olması gerektiğini söylediler. Onlara göre; oluşan bu “uzay eğriliği” başka bir evrene açılmalıdır.

Durağan Karadeliklerin bu özelliğine “Einstein-Rosen Köprüsü” denir. Bir düşünceye göre Karadeliğin açıldığı ikinci evren, bizim evrenimizin uzak bir köşesidir. Eğer uzayın düz olduğu kabul edilirse, bu durumda oluşan delik bir elmanın içindeki kurdun yolunu andırır. O halde Karadelikler başka evrenleri uzayları birbirine bağlayan “kurt delikleri” olabilir.

Evrenimizde, çok sayıda Karadelik bulunduğuna göre uzay, birbiri içine geçmiş sayısız tünellerle birbirine bağlanmış durumdadır. Albert Einstein ve Nathan Rosen, Karadelik tünellerini matematiksel olarak incelemişler ve ilginç bir sonuca varmışlardı:

Tünel, sonsuza uzayıp gitmez. Bir noktadan itibaren yeniden genişleyerek, başka bir evrenin parçası haline gelir. Bu demektir ki birbirinden çok uzak iki ayrı “yassı ülke” evreni, bir Einstein-Rosen Köprüsü’yle birleştirilebilir. Bu köprü bir evrenden bir Karadelik halinde düşmektedir. Burada, uzayın biçimi bozulmakta ve bir huniye benzemektedir. Sonra da ters dönmüş bir huni halinde başka bir evrene açılmaktadır. Sonuçta, iki evren dar bir tünelle birbirine bağlanmış olmaktadır.

Einstein ve Rosen’ın hesapları, bizim üç boyutlu evrenimizdeki bir karadeliğin içinde neler olacağını da açıklamalar getirmektedir. Burası dördüncü boyuta açılan tünel olduğundan, bir karadeliğe düşen bir astronot, sonunda başka bir evrene çıkabilir. Buna göre başka evrenler düşüncesi yalnızca felsefi bir soyutlama ve fantezi bir düşünce olmaktan çıkmakta; bizim evrenimize dördüncü boyuttan köprülerle bağlı gerçekler haline dönüşmektedir.

Uzay-Zamana Açılan Kapılar: Dönen Karadelikler

Son zamanlarda “Dönen Karadelikler” üzerinde yapılan teorik hesaplamalar ve ulaşılan sonuçlar birçok bilim uzmanını heyecanlandırıyor (Bu arada üç tür karadelik bulunduğunu hatırlatalım: Döneni, dönmeyeni bir de elektrik yüklü olanları). Bu halkanın tekilliğinden geçen bir uzay yolculuğunu düşünelim. Bu yolculukla kainatın uzak bir bölgesine, hatta başka bir uzay-zamana, fizik ötesi bir kainata geçiş yapabilirsiniz. “Akdelik” ve “kurt deliği” kavramlarına ilham veren de işte bu matematiksel hesaplamaların ilginç sonuçları olmaktadır.

Bazı bilim adamlarına göre dönen ve (tercihen) elektrik yükü olan karadeliğin içi, kendine karşı gelen bir akdelikle birleşik durumdadır. Bu tür bir karadeliğin içine girdiğimizi düşünelim. Atomlara parçalanmadan, kuanta dönüşmeden, burnumuz bile kanamadan, kara ve akdelikleri birleştiren kurtdeliği tünelinden geçer, akdelikten fırlayıp başka bir evrene geçebiliriz. Ya da başka bir fizik dünyaya tekrar dönebiliriz. Akdelik kainatın çok başka yerlerinde, hatta başka bir evrende ya da zaman içinde geçmişte ya da gelecekte yer alabilir. Bu delikler vasıtasıyla zaman içinde de yolculuk yapmış oluyorsunuz. Üstelik ışık hızıyla bile milyonlarca hatta milyarlarca yılda gidebileceğiniz bir yere, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir sürede. Evet, uzmanların “Dönen Karadeliklerle” ilgili yorum ve yaklaşımları böyle.

Bu gelişmelerin dürbünüyle Hz. Muhammed’in (s.a.v) miraç hadisesi ile Gök katlarına ziyaretine de bakabilirsiniz. Kıyamet sonrasında mahşer ve hesap günü safhalarından sonra insanların cennet gibi diğer gök katlarına nasıl ulaştırılacağına da…

Diğer Boyutları Anlamanın Zorluğu

Bir kağıt parçasının yüzeyi iki boyuttan ibarettir. Kağıt düzleminin üzerinde iki boyutlu insanların yaşadığını farz edelim. Edwin A. Abbott’un meşhur romanı Flatland’deki (yassı ülke) iki boyutlu evrenin sakinlerini hatırlayalım. Yassı ülkeliler yalnızca iki boyutlu; sağdan sola ve önden arkaya hareketleri fark edebilirler. Yukarı aşağı gibi kavramları hayal bile edemezler. Kağıt düzleminin altında ve üstünde ne olup bittiğinin, üçüncü boyutta bir uzay-mekanın bulunduğunun farkında değillerdir. “Paralel sayfaların” bulunduğunun da.

İşte dördüncü ve beşinci üst boyutların ve mekanların varlığını idrakte niçin zorlandığımıza bu örneğin dürbünü ile bakabiliriz. Bir “yassı ülke” sakininin üçüncü boyutu anlayamaması gibi, insan aklı da üst boyutları sezgisel olarak kavrayabilse de anlamakta güçlük çeker. Ahiret âlemleri ile ilgili verilen haberlerin bize garip gelmesi ve anlamada zorlanmamız, onların üst boyutlarla ilgili olmasıdır.

Einstein’ın genel izafiyet teorisi, evrenleri birbirine bağlayan ‘’köprüler’’ bulunduğunu kabul eder. Genel İzafiyet, çekim gücü yanında uzay ve zamanı içine alan, bunların iç içe geçmiş olduğunu gösteren anlaşılması kolay da olmayan bir teori. Bu teoriye göre bir çekim alanı, uzayda bir bükülme eğilme oluşturur(Einstein’ın genel izafiyet teorisine göre, kütlesi olan her cisim uzay-zamanın eğilmesine yol açar.). Üç boyutlu uzay, dördüncü boyuta doğru eğilir.

Yassı ülke benzetmesine dönelim ve yassı ülkeyi kağıt düzlemi yerine çok ince ve kolayca gerilebilen lastik tabakadan oluşturalım. Çekim gücüne sahip ve ağırlığı olan bir nesnenin bulunduğu bir yerde, bu tabaka aşağıya, yani üçüncü boyuta doğru gerilecektir. Böyle bir durumda lastik tabaka çukurlaşacaktır. Ama bu eğrilik ve onu oluşturan kütle, yassı ülkeyle tamamen bağları koparmaz yine yassı ülke’nin boyutsal çerçevesine bağlıdır. Bundan dolayı yassı ülkeliler de bu eğimden aşağıya inebilirler.

Bir Karadelik o kadar ağırdır ki, üzerinde durabileceği hiçbir yüzey yoktur. Çekim gücüyle, herhangi bir cismi sürekli içeriye doğru çeker. Bu yüzden karadeliğin içindeki kıvrılma da çok şiddetlidir. Öyle ki “lastik tabaka” “delinerek”, yassı ülkeden üçüncü boyuta açılan bir “tünele” dönüşür. Karadeliğe düşen yassı ülkeliler de, bu tünelden aşağıya doğru çekilecekler ve kendi evrenlerinden ayrılmak zorunda kalacaklardır.

***

21 Aralık geçti. Bugün de ve daha sonraki günler de, Allah’ın dilediği şeyden başka ne yerde, ne de göklerde hiçbir şey cereyan etmeyecek. O günde ve daha sonraki günlerde, her zamanki gibi, bizim her halimiz Yer ve Gökler Rabbinin hüküm ve tasarrufu altında olacak. Bizim için takdir edilmiş olan saat gelinceye kadar her an Onun ikramlarıyla kuşatılmış bir şekilde bu dünya üzerinde nefes alıp vermeye devam edeceğiz.





[1] Osman Çakmak, Sızıntı Dergisi, http://www.sizinti.com.tr/konular/ayrinti/gunes-in-hususi-konumu-mart-20...
[2] Fethullah Gülen, Kuran’da Güneş Sistemi, http://tr.fgulen.com/content/view/15893/3/
[3] Abdürrezzak San’ani, Musannef, III/256, No. 5559, 5560.
[4] Kadı Beyzavi, II/592; ayet için bkz. Inşikak, 84/1-2.

Hazırlayan Sorularla İslamiyet

Müslümanlar, yılbaşı gecesi ne yapmalı?

Müslümanlar, yılbaşı gecesi ne yapmalı?



Böyle gecelerde daha çok sefalete, daha çok sefahete düşmek yerine; daha çok âhirete, daha fazla ebedî âleme meyilli olmak lâzımdır. Zira bu hızlı gidiş, - ister ikrar et, ister inkâr - kabire, öteki dünyaya doğrudur.

Kıyamet ne zaman kopacak?

Kıyamet ne zaman kopacak?
Kıyametin Kopmasi İle ilgili bilgiler
Kıyamet Nezaman Ve Nerede Kopacak?
Son günlerin büyük merak konusu olan Kıyametin tarihi bilinebilir mi? Kur'ân-ı Kerîm bize "Kıyamet yakındır" (Kamer, 54/1) diyor. Kur’an-ı Kerimin nüzulünden bu yana 1400 sene geçtiğine göre, kıyamete daha bir yaklaşmışızdır demektir. İnsanlığın ve hayatın ve dünyanın tarihi konusunda muazzam yanılgılar var. Bilimi ateizme ve materyalizme alet edilen çevrelerce Dünyanın ve insanlığın tarihine dair yaklaşımlar ve tahmini söylenen şeyler, kati buluşlarmış gibi servis edilmektedir. Bu yanılgılara neşter atmamız gerekecek öncelikle.


Kainat Kitabının bir açıklaması olan Kur’an ve Kur’an’ın sözcüsü olan Peygamberimiz (asv) bu konudaki beyanlarına bakalım evvela. Hz. Peygamber, “Ben insanlığın ikindi vaktinde geldim” buyuruyor Diğer bir hadisinde ise “Benim ümmetimin ömrü 1500 seneyi pek geçmeyecek” buyurmuş. Günün dörtte ya da beşte biri olan ikindiden akşama kadar ki vakti 1500 yıl kabul ettiğimizde, insanlığın ömrünün 7500 yılı geçmeyeceğini söyleyebiliriz.


Diğer bir meşhur hadis rivayetinde ise; “Adem'den kıyamete kadar insanlığın ömrü 7000 senedir.” ifadesi yer alır. Görüldüğü gibi bu üç hadis birbirini teyit etmekte ve tamamlamaktadır [1].


Geleceği İnsanlar Bilebilir mi?


Peygamberimizin gelecekten haber vermesi Allah’ınn Ona bildirmesi ile ilgil bir durum. Geçmiş ve gelecek Allahın ilminde (Kader) mevcut olduğundan, Allahın bildirmesi ölçüsünde insanlar da geleceğe ve geçmişe dair şeyleri bilebiliyor. Rüyalarda Misal alemi dediğimiz aynalardaki misali levhalara nazar edenler geleceğe dair bazı şeylere muttali olabiliyorlar.


İslâm âlimleri, “Gaybı, Allah’tan başkası bilemez” düsturuna hürmetsizlik olmasın diye gaybdan haber vermeyi uygun görmemişlerdir. Haber verenler de, yalnız işâret sûretinde perdeli ve kapalı olarak ihbar etmişlerdir.


İstikbalden haber vermekte kullanılan ilim, cifir ilmi ve ebced hesabı olarak bilinir. Arapça harflerin her birinin belli bir rakam değeri vardır. Bu ebced hesabı, İslâmiyet’ten evvel de bilinmekteydi. Bu hakikati, Bediüzzaman şöyle teyid eder:


“Bir zaman, Benî-İsrâil âlimlerinden bir kısmı huzur-u peygamberî de sûrelerin başlarındaki ‘elif-lâm-mim’ gibi harfleri işittikleri vakit, hesab-ı cifrî ile dediler: ‘Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti pek azdır.’ Onlara dedi: ‘Az değil.’ Sâir sûrelerin başlarındaki kesik harfleri okudu ve ferman etti: ‘Daha var.’ Onlar sustular."


“..Hazret-i Ali’nin (r.a) Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar, bir nevî ebced ve cifir hesabı üzerine telif edilmiştir. Hem, Cafer-i Sadık ve Muhyiddin-i Arabî (k.s) gibi gaybî sırlar ile uğraşan zatlar ve harf ilminin sırlarına çalışanlar, bu ebced hesabını gaybî bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.” (Şuâlar, s. 613).


Kıyamet 2129 Yılında mı Kopacak?


Bediüzzaman, âhir zamandan ve kıyametten haber veren bir hadis-i şerifi, ebced ve cifir ilmiyle tahlil eder ve bir takım tarihler çıkarır. “Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî zâhirine ale’l-hakkı hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Meâlen: “Ümmetimden bir taife Allah’ın emri gelinceye kadar (yani kıyâmetin kopmasına kadar) hak üzerinde galip olacaktır.”


Bediüzzaman bu hadisin ebced ve cifir analizini yapar. “Lâ tezâlü tâifetün min ümmetî.” Ebced ve cifir ilmiyle rakam değeri Rûmi tarihle 1542. (Milâdî 2126) . “Zâhirine ale’l-hak.” Rûmî 1506 (Milâdî 2090) . “Hattâ ye’tiyallahü bi emrihî.” Rûmi 1545 (Milâdî 2129) … Bediüzzaman, 1545 de, yâni Milâdî 2129 yılında kâfirlerin başına kıyametin kopacağına dair bir îma bulunduğunu, bunların Allah’ın ilminde olup ve doğrusunun Allah tarafından bilinebileceğini ifâde eder.


Bediüzzaman hazretleri, ayrıca Fatiha-i Şerif’de, sırat-ı müstakîm üzerinde olanları tarif eden “Ellezîne en’amte aleyhim” fıkrasının şeddesiz 1506 veya 1507 ettiğini, “Zâhirine ale’l-hak” fıkrasının rakam değerine aynen denk gelmesinin hadisin îmasını teyid ve remz derecesine yükselttiğine dikkat çeker.


Bediüzzaman’ın ifadeleri şöyle:


“... makam-ı cifrîsi 1545 olup kâfirin başında kıyâmet kopmasına ima eder.Lâ ya’lemu’l-ğaybe illâllah. Câ-yı dikkat ve hayrettir ki, üç fıkra bil’ittifak bin beş yüz tarihini göstermeleriyle beraber, tam tamına mânidar, mâkul ve hikmetli bir surette 1506’dan ta ’42’ye, ta ’45’e kadar üç inkılâb-ı azimin ayrı ayrı zamanlarına tetabuk ve tevafuklarıdır. Bu imalar gerçi yalnız birer tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir." (Kastamonu Lahikası, s.26)


Bu açıklamalara göre, Kıyametin tarihinin 2129 yılı olduğunu söylenebilir mi? Bediüzzaman bunun “bir galip ihtimal” olduğunu söylüyor. Elbetteki insanlığı ve hayatı kim yaratmış ve idare ediyorsa, insanlığın ve hayatın sonu da yine Onun kudreti ve dilemesi ile olacaktır.


Kur’ân-ı Kerim’in ve hadis-i şeriflerin kıyametle ilgili îmalı işâretleri yanında, ilim adamları da bir takım hesaplamalar yapmaktadırlar. Kozmik bir hâdise olan kıyametin ne zaman tahakkuk edeceği konusunda kesin bir bilgiye sahip değiliz elbette.. Bunun ilmi Allah (cc) katındadır. İnsanın en çok merak ettiği konulardan olduğundan bilim adamları bu hususta bilimsel bazı çalışmalar yapmakta tahminlerde bulunmaktadır..


Amerikan Uzay Araştırmaları Merkezi NASA'nın verilerine dayanılarak Newsweek dergisinde yayınlanan bir araştırma var. Orada, dünyamızın, yörüngesine çok yakın bir mesafede geçen bir uzay cismine çarpma ihtimali 1987'de belirmiştir. Aynı dergideki hesaplamalara göre gezegenimiz böyle bir cisimle 2126 yılında çarpma ihtimali belirecek [2].


Arızona Unıversıtesinden gökbilimci Henry Melos Çapı yaklaşık 10 km olan SwHt Tuttle adlı kuyruklu yıldızının Dünyaya çarpması halinde kıyameti andıran bir tablonun ortaya çıkacağına dikkat çeker.


Dünyanın geçmişte büyük iklim değişikilikleri geçirdiği bilinmektedir. Bu iklim değişikliklerinden birisinin, Meksika Yucatan bölgesine çarpan büyükce bir gök taşının (yeri belirlenmiştir) çarpması sonucu olduğu tahmin edilmektedir. Bu göktaşının Dünyaya çarpması sonucu ortaya çıkan toz duman neredeyse tamamına yakın dünya atmosferini kapladı. Güneş alamayan yeryüzünün büyük kısmında canlılar yok oldu (Nuh tufanı dönemi de olabilir), iklim değişti. Muhtemelen geçmişin o büyük ve iri canlıları bu dönemde yok oldu.


Büyükce bir gök taşının dünyaya çarpması üzerine oluşan manzara ile ilgili canlandırmalar vardır. Bu canlandırmalardan birisi şu adreste yer almaktadır: http://www.uzaybilim.net/2012/10/dunyaya-buyuk-bir-asteroidin-carpmas.html


Hemen şunu da belirtelim ki Dünyanın hayat için korunaklı bir gezegen olduğu, biz misafirler için özenle tasarlandığı , hiç bir şeyi eksik bırakılmayan bir saray tefriş edildiği her hali ile kendini belli etmektedir. Bu özel korumalardan birisi de Gök taşlarına karşı çok özel tedbirlerin alınmış olmasıdır. Örneğin dünyadan çok çok büyük ve dolayısıyla çekim kuvvetleri çok yüksek olan Jupiter ve Satürn gezegenleri gök taşlarına karşı Dünyayı koruyan bekçiler olarak yaratılmıştır. Yaklaşan gök taşlarını bir bir üzerinlerine çeken paratoner gibi görev yaparlar. Eskaza onları aşarak dünyaya yaklaşan taşları da Ay üzerine çeker. Ayın üzerine bir teleskopla bakacak olursanız gök taşı kriterlerinin çokluğunu hemen farkedebiliriz..


Güneş sistemi içinde her biri trilyonlarca gök taşı barındıran iki kuşak (Kupier ve Orion kuşağı) içinde bulunduğunu ve oralardan sık sık ayrılan gök taşlarının Güneş sistemi içinde seyahata çıkarıldığını unutmayalım.


Evet “bir anda bir seyyare veya bir kuyruklu yıldızın emr-i Rabbânî ile küremize, misafirhanemize çarpması, bu hanemizi harap edebilir: On senede yapılan bir saray bir dakikada harap olması gibi. (Şualar, s.39)“ . Kıyametin kopması için en yakın ihtimal asteroid ve kuyruklu yıldız gibi gök cisimlerinin çarpmalarıdır. Bu çarpmalarının nasıl etkiler oluşturacağı konusunu Bir Çekirdekti Kainat (Altınburç yayınları) adlı kitabımızda ayrıntıları ile ele aldık. Yakında zamanda neşredilen “Göklerin Kapıları” (Nesil Yayınları) kitabımızın son bölümü ise “karadelik ve kıyamet, evrenin sonu” konularına hasredildi. Ayrıntılı bilgilere ulaşmak isteyenler bu kitaplara müracaat edebilirler.


Tarih Hesaplamaları Güvenilir mi?


Ülkemize hala bilim materyalist ve ateist kanallardan ithal edildiğinden (kendi öz bilimimizi oluşturmadığımızdan) ateist işgal altındaki ithal bilim bize ilk insandan günümüze kadar geçen süreyi milyonlarca yıl olarak ele takdim eder. Bitki ve hayvanları içine alan ilk canlılığın iki milyar yıl önce teşekkül ettiği yazılıdır. Arzın geçmişinin ise, dört milyar yıl olduğuna dair bilgiler vardır [3].


Ülkemizde bir Milli Eğitim Bakanlığı vardır ama okullarda okutulan kitap ve kaynakların (müfredatın) gayri milli ve hatta gayri ilmi olduğu gerçeği ile karşılaşırız. Bizi yansıtan (şahsiyet inşa eden) ve ezberci malumat yerine marifet talim eden ders kitabı ve kaynakların mevcudiyetini söyleyemiyoruz.


Bu yaş tayinleri günümüzde, paleontolojik, radyoaktif veya karbon on dört metotlarıyla, ya da ışık tayflarından faydalanarak yapılır. Geçmişle alâkalı bu yaş tayinlerinin gerçek değerleri değil, nispi değerlerdir. Sonuç olarak tarih hesaplamalarında kullanılan termodinamik soğuma gibi kaba metotların sıhhat derecesi tartışmalıdır. Radyoaktif yarılanmaya dayanan hesaplama metodu ise, uzak zamanlar için doğru sonuçlar vermemektedir. Dolayısıyla, gerek insanın geçmişi, gerekse diğer canlıların, ya da kâinatın yaşı hakkında ileri sürülen değerler güvenilir olmaktan uzaktır.


Nitekim son on-on beş yıla gelinceye kadar, kâinatın yaşı beş milyar yıl kabul ediliyordu. Şimdilerde, bazı araştırmacılar, uzaydaki galaksilerin yaşını on beş milyar olarak bildirirken, bazıları bunu otuz milyar yıla kadar çıkarmaktadır [4]. İleride ise nelerle karşılaşacağımız konusunda şimdiden bir şey söyleyemiyoruz.


İnsanlığın Tarihi


İlk insan Hz. Adem (as)'dan bu yana ne kadar zaman geçmiştir? Ve bu hususta ileri sürülen yüz binler yıllık tarihler, ne derece doğrudur?


Bugünkü kabule göre, dünya beş milyar yıl önce sıcak ve yoğun bir gaz kümesi idi. Dört milyar yıl önce ise, koyu bir ateş topu halinde bulunuyordu. Hayat ise, tek hücrelilerin ortaya çıktığı bir milyar yıl öncesine dayanıyor.


Bu tahmin, çağlar boyunca zamanın hep aynı aktığı ve sabit kaldığı düşünülerek yapılıyor. Halbuki zamanın değişken bir boyut olduğu ve onun, atomda, ışınlarda, olayların başında ve sonunda farklı bir seyir takip ettiğini biliyoruz. Bu durum, bir ırmağın yeryüzü şartlarına göre farklı hızlarda seyretmesine benzetebiliriz.


Geçen yüzyılın başlarında gelişen izafiyet teorisi ile zaman, hız, kütle vb. konularda yepyeni anlayışlar ortaya çıktı. Gelişmeler, teorinin ileri sürdüğü hususların matematiksel ispatları yanında tecrübî delillerini de ortaya koydu. Cisimler hızlandığında ve ışık hızına yaklaştığında, mutlak sandığımız değerlerin bir bir değiştiğini gözleriz.


Mesela ışık hızına çok yaklaşan birinin zamandaki seyri, bize göre on dört defa daha yavaştır. Yani o kişi bir yıl yaşadığında, biz on dört yaş almış oluruz. Bu hızda seyreden birinin sadece zamanı değil, boyu da değişikliğe uğrayarak yarıya iner. Ağırlığı ise üç misli artar. Diğer bir ifadeyle, ağırlığı 70 kg'dan 210 kg'a yükselen o kişinin elindeki metre yarı yarıya kısalmış, kolundaki saat ise yerdeki bir insana göre on dört defa daha yavaşlamıştır. O kişinin böyle bir saatle kainatın geçmişini ve insanlığın tarihini ölçmesi halinde ulaştığı sonuçlar doğru olabilir mi?


Aynı şekilde yerdeki biri de, ışın dünyasını normal saat ve cetvelle ölçmeye teşebbüs ederse başarı elde edebilir mi? Maddi alemin çapını, kütle hesabını ve zamanını bu ölçülerle incelersek doğru sonuçlar ortaya çıkmayacaktır. Aynı hesaplamalar,, ışın-enerji dünyasında yaşayan bir tür enerji-varlık (örneğin cinler, yada ışınlardan çok daha hızlık melekler) konusunda yapılsa, ışınların ölçüleriyle maddi dünyayı ölçmeye çalışsa, doğru sonuçlar elde edemeyecektir.


Radyoaktif elementler, “yarı ömür” denen sırlı bir olayla, belli bir zaman sonra, esrarını bilemediğimiz bir şekilde enerji denen mahiyete çevrilir. Mesela bir kg Uranyum, 1620 sene sonra yarım kiloya iner. Bu süre Uranyumun yarı ömrüdür. Maddenin bir şekli ve boyutu varken onun hamuru ve aslı olan enerjinin, boyutsuz ve zamansız dünyasının sırlarına henüz vakıf değiliz. Bildiğimiz bir şey, enerjinin ışık hızında olduğu ve maddeden tamamen farklı özellikler sergilediğidir.


Zaman, mesela, ilk çağlarda genişleme gösterip durgun akabildiği gibi, asrımızdaki şekliyle de daha hızlı bir seyir takip etmiş olabilir. İlk çağlardaki iri hayvan ve bitkilerin, şimdikilere nisbetle on kat daha fazla yaşadıklarına bakılacak olursa, o çağlarda zamanın on kat daha yavaş aktığı söylenebilir. Bu durumda yaş hesaplamalarını, şimdiki zaman akışına göre yaklaşık (1/10) onda bir ölçüsünde küçültmek lazım. Buna göre Güneş Sisteminin dört milyar değil dört yüz milyon, hayat başlangıcının bir milyar yıl değil yüz milyon yıl önce ortaya çıktığı ve yüz bin yıl olduğu farz edilen insanlık tarihinin on bin yıl olduğu sonucu ortaya çıkar.


Sonuç olarak, radyoaktif elementlerin belli bir zaman sonra yarıya inmesi, canlıların özellikle yakın geçmişleri ile ilgili ipuçları vermektedir. Ne var ki, biz, hesaplamaları hep madde konusuyla ele alıyoruz. Bu hesabı enerjinin ölçülerine göre yaparsak: Yani neredeyse ışık hızı dediğimiz ışık hızının yüzde doksan dokuz küsuru ile ele alırsak (Elektron gibi birçok atom altı ve kozmik parçacıklar bu hızda seyrederler. Tabii ki bu hızda parçacık değil ışın halindedirler), hesaplarımızda düzeltme yapmak zorunda kalır ve kainatın yaşının on altı-yirmi milyar yıl değil, bunun on dörtte biri olduğu sonucuyla karşılaşırız. Dünyanın yaşı ise dört milyar yıl yerine üç yüz milyon yıl bulunur. Yüz bin yıl önce ortaya çıktığına inandığımız insanlık tarihi ise, aniden yedi bin yıla iniverir.


Bu anlatılanları destekleyen meselenin bir başka yönü de, ivmeli bir artış gösteren dünyanın şu andaki nüfus miktarıdır. Eğer insanlık tarihinin on beş bin yıldan bu yana devam ettiği ve bu tarih boyunca ortalama ömrün hep yetmiş yıl olduğu kabul edilirse, dünya nüfusu yapılan hesaplamalara göre şimdi trilyon civarına yükselmeliydi. Şu andaki teorik anlayışa göre yüz binler yıl olduğu ileri sürülen insanlık tarihinin on beş bin yıldan daha kısa olması gerekiyor. Bu da kafi gelmemekte, atalarımızın ilk zamanlar 600-1000 yıl gibi daha uzun ömürlü olduklarını kabul etmek durumunda kalıyoruz.


Yüz sene sonra dünya nüfusunun ne kadar olacağını tahmin edebileceğimiz gibi, aynı tahmini geriye doğru gittiğimizde, Hz. İsa (as) döneminde dünya nüfusunun iki yüz elli milyon kadar olduğu hesaplanıyor [5]. Dünya nüfusuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda ölenlerin ancak nüfusun yüzde bir buçuğuna tekabül ediyor.. Bu durumda insanlığın ömrünün yüz binler yıl olduğu iddiası da geçerliliğini kaybediyor. Sadece nüfus artış hızı bile insanlığın ömrünün on bin yılı geçemeyeceğini gösteriyor.


1 .Kenzu’l-Ummal, h.no: 16459; Tezkiretu’l-Mevduat, I/223.; Sahavî, el-Makasıdu’l-hasene (Deylemi’den naklen), I/693, h.no: 1243; Munavî Feyzu’l-Kadir, III/547; h.no: 4278 (Deylemi’den naklen). Bir çok alim ve mutasavvıf gibi Bayezid Bistami Hazretleri de (Miftahu'l-Cifr adlı kitap) dünyanın ömrünün 7000 yıl olduğu konusuyla ilgili hadislere yer verir. Hadis alimlerinden ve Hanbeli mezhebinin kurucusu Ahmet ibni Hanbeli ise (İlel), peygamberimizin “Hz ademden kendisine kadar geçen zamanın 5600 sene olduğu” sözüne dikkat çeker.

2. Sharon Bcgley, "How will the World end?" Newsweek, 23 November, 1992.

3. Tatlı, A. Evrim ve Yaratılış, ikinci baskı, s.44-45, 1998, Kütahya.

4. Tatlı, A. a.g.e. s. 31-41.

5. Miller, C.Tyler. “Living In the Environment” Kaliforniya A.B.D. 1975
 
Sorularla İslamiyet

Ölüm Yokluk Mudur?

Ölüm Yokluk Mudur?
Ölüm Nedir?



Ölüm ruhun bedenden ayrılma olayıdır. Ölen ruh değil, bedendir. İnsan ise asıl olarak ruh demektir. Beden onun hanesi yahut elbisesi hükmündedir. Elbisenin değişmesiyle, yahut parçalanması, yok almasıyla kişinin varlığına bir zarar gelmez. Bu dünya hayatında bize bu bedeni giydiren ve kainatla olan münasebetimizi böylece kuran Rabbimiz, bizi bu alemden göç ettirdiğinde ruhumuzu bu elbiseden ayırmakta, bu binadan çıkarmaktadır. Berzah dediğimiz kabir hayatından sonra, insanlar ebedi bir hayat için yeniden diriltildiklerinde, yani ruhlara o aleme uygun bedenler verilecektir. Ölüm yokluk değildir. Hiçlik değildir.

Bu konuda Nur Külliyatından şu hikmet dersini aktarmak isteriz:

İnsan-ı mümine nur-u iman ile gösterir ki: Mevt, idam değil; tebdil-i mekândır. Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil; nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müziç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlukatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahmana gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir. (Sözler, 204)

Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir inidam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. (Mektubat, 226)

Nasılki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir; öyle de, dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. Çünki en basit tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti, hayattan daha muntazam bir eser-i sanat olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin, tohumların mevti; tefessüh ile çürümek ve dağılmakla göründüğü halde, gayet muntazam bir muamele-i kimyeviye ve mizanlı bir imtizacat-ı unsuriye ve hikmetli bir teşekkülât-ı zerreviyeden ibaret olan bir yoğurmaktır ki, bu görünmeyen intizamlı ve hikmetli ölümü, sünbülün hayatıyla tezahür ediyor. Demek çekirdeğin mevti, sünbülün mebde-i hayatıdır; belki ayn-ı hayatı hükmünde olduğu için, şu ölüm dahi, hayat kadar mahluk ve muntazamdır.

Hem zîhayat meyvelerin yahut hayvanların mide-i insaniyede ölümleri, hayat-ı insaniyeye çıkmalarına menşe olduğundan; "o mevt, onların hayatından daha muntazam ve mahluk" denilir.

İşte en edna tabaka-i hayat olan hayat-ı nebatiyenin mevti; böyle mahluk, hikmetli ve intizamlı olsa, tabaka-i hayatın en ulvîsi olan hayat-ı insaniyenin başına gelen mevt, elbette yer altına girmiş bir çekirdeğin hava âleminde bir ağaç olması gibi, yer altına giren bir insan da, Âlem-i Berzahta, elbette bir hayat-ı bâkiye sünbülü verecektir. (Mektubat,8)

Kaynak Sorularla İslamiyet

Safer ayı için bela ayı diyorlar, bu doğru mudur?

Safer ayı için bela ayı diyorlar, bu doğru mudur?


Safer ayı, Hicrî ayların ikincisidir. Hicrî ayların birincisi, bilindiği gibi Muharrem ayıdır ve içinde aşûre günü vardı. Üçüncüsü ise Rebî’ül-Evvel ayıdır ve bu ayın 12. Gecesinde Kâinatın Efendisi Sevgili Peygamberimiz (asm) arzımıza ve gönlümüze teşrif etti.



 
İslâmiyet’te hürmet duyulan ve belli ibadetler için tahsis edilen aylar, günler ve geceler bulunmakla beraber; âfetler, musibetler ve semavî belâlar için tahsis edilen muayyen her hangi bir zaman diliminden söz etmek mümkün değildir. Böyle bir tahsisat, İslâm’ın ruhuna uygun değildir. Belli ayları İlâhî musibet ayı olarak ilân etmek doğru da değildir. Allah’ın irâdesini aylarla veya günlerle sınırlamak mümkün olmadığı gibi; böyle bir sınırlama çabası kulluk terbiyesine de yakışmaz.

Kaynak : Sorularla İslamiyet

Piyango Bileti Almak Caiz Midir?

Piyango Bileti Almak Caiz Midir?
Piyango Bileti Almak Hakkında Genel Bilgi
Piyango Bileti Almak Hakkında Bilgi
Piyango Bileti Almak İle ilgili Bilgi
Piyango Bileti Almak Haram mıdır?

Piyango, kumarın bir çeşidi olduğundan, piyango biletini alıp oynamak kesinlikle dinen haramdır. Onun yoluyla kazanılan mal da gayr-i meşru`dur. Cahiliyye döneminde piyango kumarına benzer bir kumar vardı. Şöyle ki:

Kumar oynayanların onbir tane okları vardı. 1-Fesben üzerine bir işaret. 2-Tev`em üzerine iki işaret, 3-Rakib üzerine üç işaret, 4-Hils üzerine dört işaret, 5-Nafis üzerine beş işaret, 6-Müsbil üzerine altı işaret 7-Mu`alla üzerine yedi işaret .Bir işaret birer paya işaret ediyordu.Kalan dört okun üzerinde ise işaret yoktu. Bunlar da; musaddar, muzaaf, menih ve sefih`tir.Oynayanlar bunları boş torbaya kor ve karıştırırlardı, sonra her ikisi birer ok çekerdi, ok üzerindeki işarete göre pay alırdı.Üzerine işaret olanı çıkmasa üzerine oynadıkları şeyin parasını oyuncu verirdi.

Kaynak: Sorularla islamiyet

6 Ocak 2013 Pazar

Bezelyenin Faydaları Hakkında Genel Bilgi

Bezelyenin Faydaları Hakkında Genel Bilgi
Bezelyenin Faydaları Hakkında Bilgi
Bezelyenin Faydaları Hakkında Yazı
Bezelyenin Faydaları İle ilgili Bilgi
Bezelyenin Faydaları İle ilgili Genel Bilgi




Kansızlığı gideren ve pekliği geçiren taze bezelyenin, kan kanserine karşı koruyucu etkisi olduğunu ifade eden uzmanlar, gıda değeri ve insana zarar vermeme bakımından fasulyeden daha üstün olduğunu savunuyor.
Sultani bezelye adı verilen bu çeşit bezelyeler kabuğuyla birlikte yenilir. Bir başka önemli çeşit de, taneleri iri olan araka bezelyesidir. Bezelye taneleri, taze olarak sevilerek çok çeşitli yemekleri yapılıp yenildiği gibi, kurutulup, dondurulup ve konservesi yapılıp ileride tüketmek için saklanmaya da pek elverişlidir. Kurutulmuş bezelyeden yapıları un, pek leziz olan bezelye çorbası ile bazı yemeklerin yapımında kullanılır. Ayrıca yalnızca hayvan yemi olarak kullanılmak üzere yetiştirilen yemlik bezelye çeşitleri de vardır.

BESİN DEĞERLERİ

100 gr. çiğ (pişirilmemiş) taze bezelye tanesinin besin değerleri şöyle sıralanabilir: 84 kalori; 6,3 gr. protein; 14.4 gr. karbonhidrat; 0 kolesterol; 0,4 gr. yağ; 2 gr. lif; 116 mgr. fosfor; 26 mgr. kalsiyum; 1.9 mgr. demir: 2 mgr. sodyum; 316 mgr. potasyum; 35 mgr. magnezyum; 640 IU A vitamini; 0.35 mgr. B1 vitamini; 0.14 mgr. B2 vitamini; 2.9 mgr. B3 vitamini: 0,16 mgr. B6 vitamini; 35.5 mcgr. folik asit; 27 mgr. C vitamini ve 2.1 mgr. E vitamini.
SAĞLIĞIMIZA YARARLARI
Yukarıda görüleceği gibi bezelye önemli oranlarda içerdiği protein, karbonhidrat, fosfor, potasyum ve A vitaminiyle çok önemli bir besin türüdür. Bunun yanı sıra;
o Kolayca çözümlenebilir çeşitli lif maddelerini çok miktarda içerdiğinden, bezelye, özellikle kandaki kötü kolesterol düzeyini düşürücü etki yapar, kalp krizi geçirme rizikosunu da azaltır.
o Gene bu yüksek orandaki lif, midede uzun süre kalır: Böylece kandaki şeker düzeyi artma ve azalmalarını bir düzene sokarak bedenin enerji düzeyini sabit tutar.
o Yüksek oranda B1 vitamini içeren bezelye, uykuyu da düzene sokar. İştahı açar ve insanın ruhsal durumunu düzelterek neşeli olmasını sağlar.
o Bezelye tüketmenin hayvanlarda kansere yakalanma rizikosunu azalttığı, araştırmalarla saptanmıştır: Aynı etki insanlar üzerinde de araştırılmaktadır.
o Bezelyeyi çok tüketen kişilerde akut apandisite çok az rastlandığı gene araştırma sonuçlarıyla saptanmıştır.
o Bezelyede, gebeliği önleyici bazı maddeler bulunmaktadır: Bu maddeler, hem kadınlar ve hem de erkekler üzerinde nüfus planlamasına yardımcı olacak etkiler yapmaktadır.
Bu önemli tıbbi etkilerinden yararlanılmak üzere bezelyenin bolca yenilmesi yeterli olur.

Dinimizde temizliğin önemi Hakkında Genel Bilgi

Dinimizde temizliğin önemi Hakkında Genel Bilgi
Dinimizde temizliğin önemi Hakkında Bilgi
Dinimizde temizliğin önemi Hakkında Yazı
Dinimizde temizliğin önemi İle ilgili Bilgi
Dinimizde temizliğin önemi İle ilgili Genel Bilgi
Dinimizde temizliğin önemi İle ilgili Yazı
Dinimizde temizliğin önemi Nedir?
Dinimizde temizliğin önemi Hakkında Genel Bilgi


Mü’min, aklında, kalbinde, hatta her hücresinde taşığıdı imanın gereği olarak temiz insandır. “Mü’min, mü’minin aynasıdır.” şeklindeki hadis-i şerifte ifade edilen “ayna”, eğer yeterince temiz olmazsa diğer bir mü’mini nasıl yansıtacaktır? Aynanın parlak yüzeyinde birikebilecek her bir toz tanesi, görüntünün netliğini engelleyecektir. Bu durumda birbirine ayna olamayan mü’minler, “Mü’min, mü’minin kardeşidir.” hadis-i şerifinde yer alan kardeşliğin güzelliğinden, heyecanından uzak yaşayacaklardır.
İman-ı kâmil ile mü’min olmanın asude güzelliğinin hem bedenimizde hem de ruhumuzda tecessüm ettiğini görmeyi arzu ediyorsak, insan olmanın ve dünyada yaşamanın belki de kaçınılmaz sonuçlarından biri olan “iç” ve “dış” kirlerden sürekli olarak arınmak zorundayız.
Arınmanın sıklığı bedensel olarak belirli aralıklarla olsa da, ruhsal olarak bu sıklık “ ân ” ile ifade edilebilir. Yani arınma, manevi kirlerden paklanma, her ânın bitiminde yapılmalıdır. Her ânın geçişi, bizler için tevbeye vesile olmalıdır. Her saat, her dakika, her saniye, her salise ve daha nice küçük vakit aralıkları akıp giderken, ruhumuzda sürekli olarak değişimler olmaktadır. Kalbimiz itminan ile sukûnete ermemiş ise, ruhumuza, kalbimize, ins , nefs ve şeytandan hangi desiselerin geldiğinin farkında olabilir miyiz?
Evlerimizdeki banyolarımız, sıcak ve soğuk su akan çeşmeleriyle, ısıtıcı cihazlardaki sıcak sulardan çıkan buharlarıyla kirlerden arınma yeridir. Banyoya temizlenmek için girmek niyeti; su ile birlikte sabunu da kullanmak, birkaç kez sabunlanmak, iradeyi ve gayreti gösterir. Ne kadar çok kirlenmiş iseniz, o kadar çok sabunlanıp sıcak su ile durulanmanız gerekir. Kil, sabun veya şampuan gibi temizleyici maddeleri kullanmaz isek, sadece su kirlerimizi döker mi?
Acaba isyan, günah, edepsizlik, hatta ayıplarımızı hangi sular ve hangi temizleyici maddeler giderebilir? Günahın şiddeti arttıkça, manevi kirlenme katranlaşmaz mı?
Hazreti Yunus ne güzel söylemiş: “Su ne kadar arıtır yavuz işlerin !..” Kalbî tahareti yapamazsak, yani kalbimizi oraya yakışmayan her türlü düşünce, his, duygu ve desiselerden arındıramazsak su ne yapsın! Fütuhat-ı Mekkiyye isimli muhteşem eserinde “hissî taharet”ten önemle bahseden İbn Arabi Hazretleri’ne hak vermemek mümkün müdür? Hissettiği kadar temizdir insan!
Bu durumda şu soru sorulabilir: Maddi kirlerimizden arındığımız gibi manevi kirlerimizden arınamamış isek, yani hissî taharetimiz yoksa, Kur’an’a nasıl el sürebiliriz? Fetva yönünden Kur’an-ı Kerim’i okuyabilsek bile, bu Yüce Kitap bize iç yüzünü gösterir mi?
Mevlâna Hazretleri, Mesnevi’sinde buyurmaktadır ki:
“Sen temizlendin mi perde yırtılır / Pak kişilerin canları sana görünmeğe başlar.”
Bazen paklanmak için evlerimizdeki banyolarımız da yeterli olmamaktadır. Suyu daha sıcak, kirleri hücrelerden sökecek yoğun buhar barındıran kaplıcalar tercihimiz oluverir. Kaplıca suyunun sıcaklığı kudret-i ilâhiyeden geldiği için, bedenimizde hastalıklı organlarımıza da şifa olabilmektedir. Evimizde kendi kendimize kirlerimizi çıkartamıyorsak, kaplıcada bedelini ödemeyi göze alarak keseciden bizi keselemesini talep ederiz.
Peki, ruhumuzu, kalbimizi, sonsuzluğa açılan pencerelerimizi, kapılarımızı arındıracak kaplıcalarımızı nasıl ve nerede bulacağız? Yüksek sıcaklıktaki aşkla ısıtılmış su ile hastalıklı organlarımızı nasıl tedavi edeceğiz? Kirlerimizin her birini hücrelerden sökmek üzere bizleri kim keseleyecek?
Evindeki banyosunu her ân temizlenmek üzere temiz tutan, banyosunda temizlenme maddelerinin her birini bulunduran ve bu maddelerle sık sık arınabilen pak mü’mine selam olsun… Bu mü’minin arı, duru ve saf “ayna”sının yansıttığı kâmil mü’minler topluluğuna selam olsun…
Günde yetmiş defa, yani her yükselişinde tevbe eden Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed s.a.v.’e binlerce kez salât u selam olsun!

Semerkand Dergisi, Mart 2005

5 Ocak 2013 Cumartesi

Abdestin önemi ve farzları

Abdestin önemi ve farzları
Konuyla ilgili Sesli Dosyayı dinlemek için lütfen tıklayınız!

Dört mezhebe göre abdestin farzları
Hanefi mezhebinde:
1- Yüzü, bir kere yıkamak. Yüz, iki kulak memesi ve saç kesimi ile çene arasıdır.
2- İki kolu, dirsekleri ile birlikte, bir kere yıkamak.
3- Başın dörtte bir kısmını mesh etmek, yani yaş eli başa sürmek.
4- İki ayağı, iki yandaki topuk kemikleri ile birlikte, bir kere yıkamaktır.
Maliki mezhebinde:
1- Niyet,
2- Yüzü yıkamak,
3- İki kolu yıkamak,
4- Başın tamamını mesh etmek,
5- İki ayağı yıkamak,
6- Muvalat [ara vermeden, uzuvları peş peşe yıkamak],
7- Delk [yıkanan yerleri ovmak.]
Şafii mezhebinde:
1- Niyet,
2- Yüzü yıkamak,
3- İki kolu ellerle birlikte yıkamak,
4- Başın, az bir kısmını mesh etmek,
5- İki ayağı yıkamak,
6- Tertip [Sırayla yıkamak.]
Hanbeli mezhebinde:
Abdestin farzı altıdır. Abdestin şartları da farzdır. Bu farzlar da dahil edilince, abdestin farzları on oluyor:
1- Niyet,
2- Besmele çekmek,
3- Yüzü yıkamak,
4- Ağzı yıkamak,
5- Burnu yıkamak,
6- İki kolu ellerle birlikte yıkamak,
7- Başın tamamını mesh etmek, [Kulaklar başa dahildir.]
8- İki ayağı yıkamak,
9- Tertip,
10- Muvalat.

Abdestte dört mezhebe uymak
Sual: Abdest alırken dört mezhebe uymaya da, niyet etmek uygun olur mu?
CEVAP
İyi olur. Zaten Hanefi mezhebine uygun, yani farz, sünnet ve müstehablarına uyarak abdest alan kimse, diğer üç mezhebe de uymuş olur. Mesela abdest alırken:
1- Niyet Hanefi’de sünnet, diğer üç mezhepte farzdır.
2- Besmele çekmek, Hanefi’de sünnet, Hanbeli’de farzdır.
3- Ağza, burna su vermek, Hanefi’de sünnet, Hanbeli’de farzdır.
4- Başın tamamını meshetmek, Hanefi’de sünnet, Maliki ve Hanbeli’de farzdır.
5- Tertip yani sıra ile yıkamak, Hanefi’de sünnet, Şafii ve Hanbeli’de farzdır.
6- Muvalat, yani ara vermeden yıkamak Hanefi’de sünnet, Maliki’de ve Hanbeli’de farzdır.
7- Delk, yani uzuvları ovmak, Hanefi’de sünnet, Maliki’de farzdır.
Görüldüğü gibi, Hanefi’ye uygun abdest alan, yani farz, sünnet ve müstehablarına da riayet eden diğer mezheplere göre de abdest almış olur.


Dört mezhepte abdesti bozan şeyler
Sual: Diğer hak mezheplerimize göre abdesti bozan şeyler nelerdir?
CEVAP
Deriden kan çıkınca, Hanefi’de abdest bozulur. Diğer üç mezhepte bozulmaz.
Deve eti yemek ve ölü yıkamak Hanbeli’de abdesti bozar, diğer üç mezhepte bozmaz.
Mahrem olmayan kadının eline veya derisine çıplak olarak dokununca Şafii'de abdest bozulur. Hanbeli ve Maliki’de şehvetli dokunursa bozar. Hanefi’de şehvetli de olsa bozmaz.


Yüz, kollar ve ayaklar
Sual: Abdestte, yüz, kollar ve ayakların neresi yıkanır?
CEVAP
Yüz, iki kulak memesi ve saç kesimiyle çene arasıdır. İki kol, dirsekleriyle birlikte; iki ayaksa, iki yandaki topuk kemikleriyle birlikte yıkanır. Bu uzuvların farz olan yerden biraz fazlasını yıkamak müstehab, daha fazla yıkamak mekruh olur. (S. Ebediyye)


Çene altı
Sual: Abdestte çene altını yıkamak gerekir mi? Çene altı avret midir?
CEVAP
Hanefi’de çene altını yıkamak gerekmez. Şafii’de gerekir. Kadınlar çene altını da kapatmalıdır.


Elleri yıkamak farzdır
Sual: Abdestin farzları içinde elleri yıkamak bildirilmeyip sünnetleri arasında bildirildiğine göre, elleri yıkamak sünnet mi oluyor?
CEVAP
El kola dâhil olduğu için, elleri kollarla beraber yıkamak farzdır. Abdeste başlarken elleri yıkamak ise, sünnettir.


Başı mesh ederken
Sual: Abdestte elimizdeki ıslaklığın saçımızın dibine yani başımıza temas etmesi gerekiyor mu?
CEVAP
Hayır, sadece saçların üstüne değmesi gerekir.


Saçın arkasını mesh etmek
Sual: Abdestte başın dörtte birini mesh etmek farzdır. Saçımız bozulmasın diye saçımızın arkasını mesh etsek caiz olur mu?
CEVAP
Farz yerine gelir. Ancak sünnete uygun mesh etmek için başın tamamını mesh etmek gerekir.


Eşarba mesh etmek
Sual: Kadın olarak dışarıda abdest alırken, saçımızın görünmemesi için, eşarbın üstüne mesh etmek caiz olur mu?
CEVAP
Hayır, caiz olmaz. Hanefi’de başın tamamını mesh etmek sünnet, dörtte birini mesh etmek ise farzdır. Bunun için, eşarbı çözmeden, hiç değilse, dörtte birini, mesela başın arka kısmını mesh etmek şarttır. Maliki’yi taklit edenin başının tamamını mesh etmesi farzdır.


Takke üstüne mesh
Sual: Takke veya sarık üzerine mesh caiz mi?
CEVAP
Hayır.


Uzun saçı mesh ederken
Sual: Kadının çok saçını mesh etmesi nasıl olur? Saçın üst yüzüne ıslak eli değdirmek mi yoksa hem üstünü hem altını iyice elini gezdirip ıslatmak mı?
CEVAP
Saçı uzunsa tutup aşağıya doğru çeker, yani saçın sonuna kadar. Altını falan ıslatmak gerekmez, yaş elin değmesi yeter.


Eldeki yaşlıkla mesh
Sual: Kolları yıkadıktan sonra, eldeki yaşlıkla başı mesh caiz mi?
CEVAP
Hayır.


Başörtü üstünden mesh
Sual: (Kolaylık olması için kadınlar, başörtülerinin üstünden mesh edebilirler) deniyor. Başörtü üstünden mesh caiz olur mu?
CEVAP
Hayır, başörtü üstünden mesh edilmez. Mesh etmiş olmak için, ıslak eli saçlara sürmek gerekir. Bunun gibi, bazı mezhepsizler de, çoraba mesh edilebilir diyorlar. Bunlar dinde kolaylık değil, birer bid’attir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(İbadetleri bizim gibi yapmayan bizden değildir.) [Mizan-ül kübra]
Kolaylık olsun diye dinin emirlerini değiştirmeye, kimsenin hakkı yoktur. Biri de çıkar, kolaylık olsun diye hiç abdeste lüzum yok, haftada bir abdest alsanız yeter diyebilir. Akılla din olur mu?

 

Blog Archive

Dünya Saatleri